30 Mart 2007

300


İran'ın da kökeni olan Persler bir zamanlar dünyanın en hakim gücü olmuş ve tüm devletleri dize getirmişti. bu film de Perslerin efsanevi gücü tadında masallaştırılarak görsel yönden çok güçlü bir şekilde perdeyle buluşması sağlanmış. yalnız filmin altyapısı, oyuncuların seçimindeki özen (özellikle kral rolündeki Gerard Butler tam bir masal karakteri gibi), konu seçimi iyi olmasına karşın senaryo çok sığ kalıyor. sırf görüntü efektlerinin hatırına filmi seyredebiliyorsunuz. filmin konusu şöyledir:
Persler bir elçi göndererek Isparta'nın topraklarını ve suyunu istemektedir. Ağır hakaretlerle gelen elçiyi Isparta kralı o anda öldürür ve savaş artık kaçınılmazdır. Isparta kralı savaşma taraftarıyken Isparta'daki siyasi erki elinde bulunduranlar savaşa karşı çıkarlar. kendisine sadık 300 ıspartalı ile koskoca Pers ordusuna savaş açar. filmin geneli savaş sahnelerinin eşsiz güzelliği, görselliği ve ses efektleriyle geçiyor. filmi izledikten sonra burada ne anlattı diye sorarsanız koca bir hiç cevabı gecikmeden gelecektir. yapılan masraflar ve savaş sahneleri için Frank Miller'in çizgi romanından çevrilen bu filmi izlemenizi tavsiye ederim.

görsel efektler:çok iyi
ses efektleri:çok iyi
çekim teknikleri:iyi
senaryo: kötü
kurgu: kötü
oyuncu performansı: çok iyi
yönetmen performansı: orta
benim puanım: 6,5/10
imdb puanı: 8,1/10
imdb adresi: http://www.imdb.com/title/tt0416449/

27 Mart 2007

hayata mı küstün!

Hayata mı küstün!
Hataya mı düştün benimle?
Kavuşmağa can atardın,
Yürek yakardı heyecanın..
Büsbütün unuttun beni,
Aşk büstünde tozlar ürüdü.
Gölgeler bastı üstüne,
Kan mı bürüdü gözlerini!
Buzlar üstünde yürümen niye?
İçimden şehirler geçiyor,
Nehirlerin aktığı çöllere..
Günahım bir sendin,
Ne yaptın bana ah bilseydin!
Kördüğüm attın gözlerimin ılık yaşına,
İlk gördüğümde yarattın buzdan aşkımı..
Aklımdan geçtin ya bakarken,
Kalbime geldin yakarak.
Ne yaptın gülüm bana! ne?
Söylediklerin gün gibi bahane.
Tek sevgin bana yetti,
Kalan hatıralar bayattı.
Kalbine göz koydum,
Sevgini içtim yudum yudum..
Hayat doyumsuz derken,
Bahar bitti kederden.
Buzdan aşkımız eridi,
Hayata mı küstün!
Hataya mı düştün benimle?
Sen uyu dedikçe şuuruma,
Zuhur ettin aşkın surlarda.
Senin nurlu yüzün,
Unutturdu tüm hüzünleri..
Yerdiğin çöllerimin elinde,
Suyu akmaz oldu nehirlerin.
Nice yerler görür de hislerim,
İzler gönül kuşlarımın,
Yare ördüğü izleri..

26 Mart 2007

casino royale


çağdaş ajan 007 serisinin güzel bir aksiyonu daha karşımızda. artık daha oturaklı, abartılı teknolojik alet ve edevatlardan uzak daha makul bir rayda seyrediyor filmin senaryosu. filmin başrolünü paylaşan 'Eva Green' in güzelliğini ön plana çıkarma ve biraz da bundan prim yapma kaygısı da var. film aksiyon türü olarak, başarılı görsel efektleri içeriyor. başlamasıyla birlikte filmde zenci suçlu ile 'Daniel Craig' in kovalamacası zaten başlı başına heyecan bombası görevi görüyor. zenci suçlunun 'Jeffrey Wright' oyunculuğunun yanısıra dublörlüğü de göz dolduruyor. 2006 yapımı macera ve aksiyon türündeki 21. serisi olan 007 yi sürükleyici bulacaksınız. James Bond'un ilk ajanlık görevi, teröristlerle işbirliği içerisinde olan Le Chiffre'u kumar masasında parasız hale getirmektir. böylece teröristlere finans desteği sağlayamayacaktır. olay Casino Royale'de yüksek bahisli poker oyunlarıyla şekillenir ve ardından umulmadık gerçekler ortaya çıkacaktır. senaryosu da aksiyonun gerisinde kalmıyor ve sürükleyiciliğini her an hissedebiliyorsunuz. yönetmen Martin Campbell'i zoro efsanesi adlı filmden hatırlıyoruz. burada da benzer başarıyı yakaladı diyebiliriz.

görsel efektler:çok iyi
ses efektleri:çok iyi
çekim teknikleri:iyi
senaryo: iyi
kurgu: iyi
oyuncu performansı: çok iyi
yönetmen performansı: iyi
benim puanım: 7,5/10
imdb puanı: 7,9/10
imdb adresi: http://us.imdb.com/title/tt0381061/

23 Mart 2007

çanakkale geçilmez!

Çanakkale geçilmez!
İman neferleri yıkılır mı hiç?
Nefret olukları akıyorken topraklarıma,
Yıllardır filizleniyordu hınçları.
Ölüm yıldırır dediler,
Ansızın başladı adi linçleri.
Nicedir unuttum adını,
Mutlu mesut yarının..
Yarim vatanım oldu,
Yara dolu her yanım.
Hep bilendi dişleri, düşlerinde,
Bilindikti işleri, düşmanın.
Nice erler ölürken dedi:
Çanakkale geçilmez!
Yerle gök feryadından inledi,
Her seferin ardından dinledi,
Gök kubbedeki melekler..
Kabe yollarına eklendi,
İman dolu bedenler..
Yağmur yağsa üstlerine,
Her damlasında sızlar tenleri.
Yürekler ağlasa sesine,
İçinden kan sızar, mateminden..
İlk fırtınada ölmeği ister neferler,
Her kabusu ölümle örter zaferler.
Yeniden yükselir narin sesler:
Çanakkale geçilmez!
Sisler aralanır..
Sesiyle tırmalanır kulaklar,
Tırmanır Akıllara yankısı.
Bu söz hep hatırlanır,
Çanakkale geçilmez!

20 Mart 2007

ömer mazi ile röportaj

Ömer Mazi kimdir?

Ömer Mazi hayatının büyük bölümünü Sarıyer’de geçiren 80’li yılların çocuğudur. 3 yaşından itibaren yaşadığını sanan ancak öncesinde Nişantaşı’nda doğmuş, Edirnekapı’da yaşamış, Tarabya’da yıllanmış şaraptır. 77 simetrik rakamına tekabül etmiş doğum günüyle uğurlu rakamı 7 olmasını en çok hak eden dünya bireyidir. İlkokul öğretmenini alt devre öğrenciyken ilk döven ve yıldızı eğitimle barışmayan bir varlıktır. 175 boylarında 75 kilosunda sabitlenemeyen göreceli bir nesnedir. Hayata gelişiyle nüfusa +1 katmış katma değer vergisidir. Ortaokulu Yaşar Dedeman Lisesi’nde okuyarak özel okulda okunduğu sanılan standart eğitim mezunudur. Orta okulla ilkokulların, ilköğretim olmadığı döneminde iki diploma almak zorunda kalan ilkokul ve ortaokul diplomalarını kolaj yapamadan kaybetmiş hüzünlü kürek mahkumudur. Liseyi Sarıyer Vehbi Koç Vakfı Lisesi’nde okuyup özel lise havasına kapılmış 90 kişilik eğitim kışlası emir eri, düz lise zoraki mezunudur. Sayısal ağırlıklı lise eğitiminden sonra, Sözel bölüme İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne çile tamamlamaya giden, çilesini dereceyle tamamlayan, TEV’den tenekeden plaket alan, her cv’yi gönderirken bu plaketi vurgulayan, çok komik kaçar diye ortaokul yıllarında aldığı diğer İstanbul okullar arası şiir yarışması ikinciliğini bir türlü cv’ye sokuşturamayan başarı mahkumu imajını vurgulamakla yükümlü öğrencidir. Sigara ve alkolizmden nefret eden boğulacaksan büyük denizde boğulmalısın ilkesini benimsemiş eroinmanları hayranlıkla takip eden Yeşilaycıdır. Diploma budalası mastır mezunu, “how are you ne var ya” düzeyinde İngilizce bilen, Arapça bildiğini iddia eden yalnız konuşamadığı için ispatlayamayan bir zatı muhteremdir.

Ne iş yapar?

Medya mağduru, sektörde kendini sanan sektörün dışında kaldığı süre, sektör içindeki süreyi geçen tv çalışanı/ çalışmayanıdır. Doğuştan ticaretle içi içe olan Gülhane Parkı’nın yollarını çocukluk yıllarıyla birlikte sepya yapmış, sarartmış, tarihe katmış büfe işçisi/ patronudur. Sonrasında ekovitrin dergisi, atv, kiss tv, haber tv, yenişafak atr grubu iş çizgisinde giden araya birkaç dandik iş serpiştiren ücretli, her iş yerini kapatarak çıkan yada kapatamadığı iş yerlerinde kapatılacak birimlere kaydırılarak kapatılan kader mahkumudur. Bir zamanlar Osmanlıca okuyan ancak bunu kullanamayan, yitik bir değer olarak gördüğü Osmanlıca’yı yine yitirildiği yere itina ile bırakan Osmanlı hayranıdır. Bir zamanlar öğretmenlik formasyonu alan ama fonksiyonu olmayan bu belgenin ne işe yaradığını çözememiş, diplomasının arkasında “öğretmenlik formasyonu görmüştür” damgasının dağılmış mürekkebini yalamış mekteklidir.

Hobileriniz neler?

Görmek (fotoğraf) , dökmek (şiir), kulaçlamak (yüzmek), merak etmek (bilgisayar teknolojileri), kaldırmak (bady), adım atmak (koşu), dolanmak (gezi), yuvarlamak (bowling), iz sürmek (tracking) , mat etmek (satranç), püflemek (ney), izlemek (sinema), bakmak (kitap).

Ne yer ne içer?

Diyet olursa kolakoliktir, az şekerli demlenmemiş çayı içer, portakal suyuna hayır demez, sütlü kahveye kapısı her zaman açıktır. Kronik cips hastası, fındık ve ceviz müptelası, gofret görünce iptal olan, pasta görünce aptallaşan iradeye sahip, güllüoğlu damgası yemiş baklava budalası, lezzet dostu yiyicidir. “İçli köfte, çiğ köfte, lahmacun, ayran” gibi doğu lezzetleriyle “pizza, hot dog, kola” gibi batı lezzetlerini midesinde buluşturan barış elçisi, değişik balık türlerini deneyen lezzet avcısıdır. Fıstıklı çikolata ile kandırılabilir, karışık kebap ile ikna edilir. Lezzet durakları; Emmim, Şirvan, Metrocity, Sultanahmet Köftecisi, Güllüoğlu Baklavacısı, Isot, Filizler Köftecisi, İsmail’in Yeri, Köy (Bursa) dır. Ayrıca Tortum Cağ Kebabı ve onun biricik düşmanı, hasmı, kapı komşusu Gelgör Cağ Kebapçısı’dır. En favori aşçısı iki cağ kebabını har ateşlerin arasındaki ufacık kümbette, “Ya Sabır” levhasının altında çeviren lezzet şehidi Tortumlu ustadır. Sirkeci’de Avrupa Birliğine direnen, ulusal devletleri kökünden sarsıp monarşiyi getirmeye çalışan Kral Kokoreç’çiyi de unutmamak gerekir. İstanbul’daki ömrümü bitiren yanık kokulu ciğercileri, sokak lahmacuncularını, hazır Sultanahmet köftecilerini, HD İskender kebapçılarını da son durak ‘kabristan’ olarak sayabilirim.

zaman kavramı

zamanı tanımlarken sürekli kıyaslamalar yaparız. insanlar düşüncelerindeki olguları sürekli kıyaslayarak zaman algısını tahayyül ederler. Yani önce sonrası arasındaki kıyas olmasa zaman algısı da mevcut olmayacaktır. Yani ilkin öksüren bir insanın, sonra yürümesi, yemek yemesi, televizyon izlemesi ardı ardına yapılan eylemlerin zihinde yer edindiği bilgilerdir. Bu görüntüler zihnimizde kaydolunur. Sonradan tüm eylemleri beyin kıyaslar, sıralı tüm eylemler insana zaman izlenimi verir. Bir nevi bir filmin tekrar başa sarılırken oluşturduğu görüntü gibidir. Fırlatılan okun tekrar yaydaki yerine geri gelmesi, düşen bir yıldırımın tekrar bulutlara geri dönmesi gibi. Aslında tüm olaylar, görünenler, yaşananlar tamamen hafızamızın kayıt etme metoduyla şekillenmekte ve bir algılamadan ibarettir.
Zamanın bir algı olduğu fikri Einstein'ın ortaya koyduğu “Genel Görecelik Kuramı” ile de doğrulanmıştır. Zaman bir algıdan ibaret olduğu için, algılayanın algılama biçimini bağlayan göreceli bir kavramdır. Zamanı ölçmek için çeşitli ölçütler kullanabiliriz ama bu insanın bedenindeki zamanı ölçemez. Aslına bakarsanız zamanın göreceliğine en büyük örnek rüyalardır. İnsanlar birkaç dakikalık dediğimiz zaman periyodunda günler süren olaylar yaşadıklarını görebilirler. Bu da bize gösteriyor ki zaman mutlak değil tamamen algılardan ibarettir.
Kuran’da zamanda yoluculuk ile ilgili ip uçları veren ayetler de mevcut. bunun dünya da gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmiyorum ama mümkün olabileceğini düşünüyorum.

zamanın göreceliği ile ilgili ayetler:

Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız (İsra Suresi, 52)
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar (Yunus Suresi, 45)
" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.(Müminun Suresi, 112-114)
Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.(Hac Suresi, 47)
Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.(Mearic Suresi, 4)
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.(Secde Suresi, 5)

ashafı kehf ile ilgili ayetler de geleceğe yolculuktan bahseder:

“Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.” (Kehf Suresi, 11-12)
“Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: ‘Ne kadar kaldınız?’ Dediler ki: ‘Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.’ Dediler ki: ‘Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...’” (Kehf Suresi, 19)
“Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: ‘Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?’ Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: ‘Ne kadar kaldın?’ O: ‘Bir gün veya bir günden az kaldım’ dedi. (Allah ona:) ‘Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?’ dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: ‘(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.’” (Bakara Suresi, 259)

islamfobi oluşturma gayreti!

Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammet (SAV) insanlara sadece güzel ahlak, erdemli insan, temiz fıtrat üzerine yaşamayı öğretti. O unutulmuş değerleri, köhneleşmiş ruhları, hasır altı edilmiş insanlıkları yeniden ihya etti. Kendisine kötülük eden Mekkeli müşriklere, taş atan Taiflilere, kargaşa peşinde koşan tüm insanlığa rahmet elini uzatmış onların hidayeti için tüm kapıları ardına kadar açmıştır. Amcası, soydaşı dahi olsa haktan taviz vermemiş, önüne servetler yığan, liderlikler teklif eden köhnemiş düzenlerini bozmamak için her türlü hileyi yapanlara 'bir elime ayı bir elime de güneşi verseniz yine de davamdan dönmem" demiş yüce bir Peygamberdir.

Böylesi aşağılık girişimler, hazımsızlıklar, hastalıklı fiiller 1400 yıl önce başladı hala da devam ediyor. şu gerçeği unutuyorlar onların planları olabilir ama Allah'ın planı tüm planların üstündedir. Ve gerçeği hiç bir şey örtemeyecek Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. Haklı davalar hak ile savunulur.

Danimarka’da Müslümanları karikatür ile zavallılaşarak rencide etmeye çalışan zihniyetler kendi aralarında dernek kurup plaket, şilt dağıtadursunlar milyonlarca insanı üzmek sanırım en kötü ödül olsa gerek. Danimarka’da hakaret edip belki de din savaşlarının bir tetikleyicisi olacak Jyllands-Posten Gazetesi'ne “Basın Ödülü” veren zihniyetler ile dünyaya barış getiren İslam (kökünde güvenlik ve barış manasını barındıran kelime) ne kadar zıtlar değil mi! İslam’ın, barışın, güvenliğin, huzurun olduğu yer ile kavganın, düşmanlığın, savaşın olduğu yer bir arada duramaz. Kuyruk acısı bu yüzden olsa gerek. Asrı saadetten günümüze kadar ecdadımız şanlı bayrağı taşımış dünyada insana dair insanca değerleri korumak için o yüce peygamberin izini tavizsiz takip etmek için elinden geleni yapmıştır. En yakın örneğini Çanakkale’de hiçbir maddi hesap yapmadan canlarını harcayan şehitlerimizde görüyoruz.

Ecdat; vatanı, özgürlüğü, dini, namusu, şerefi, haysiyeti için en kıymetli olan yaşamını hiçe sayıp bizler için vücutlarını siper etmekten bir an bile geri durmadılar. Birçoğu şehit oldu bu kutsal görevde. bize düşen uğruna savaşılan bu değerlere sahip çıkmak, bu kutsal emanete sadık olabilmek.

Artık savaşın rengi değişti. önceden düşman karşımızdaydı. kana kan dişe diş mücadele ile düşmanı görüyor ve mücadele verebiliyorduk.

Silahlar; artık televizyonlar, gazeteler, dergiler, yazılar, görüntüler, ekonomik dengeler, içimizdeki ne idüğü belirsiz dış kaynaklı kurumlar, vakıflar, yardımlaşma etiketi yapıştırmış şirin kılıklı örgütlenmeler vs.

Savaş alanı; ekonomi, eğitim, inanç ve değerler, kültür, iç bütünlüğü sağlayan duygular, aile kurumu vs.

Artık daha dikkatli ve daha uyanık olmalı ve bu kutsal emaneti bizden sonraki kuşaklara darbe ve yara almadan iletmeliyiz.

18 Mart 2007

sanatçı arıyorum!

önceden insanların zihinlerini meşgul eden televizyonlar, bilgisayarlar ve görsel olarak beyni kontrolü altına alan tonlarca görüntü çöplüğü yoktu. tonlarca oyuncak, dijital ıvır zıvır teknolojiler hayatımızın içerisinde değildi. hayallerimiz vardı, hayallerimizle şekillenirdi oyuncaklarımız. sıkı dostluklarımız vardı dertlerimizi, sevgilerimizi, sıkıntılarımızı paylaştığımız nice yarenler edinirdik. akrabalar hep birlikte gezer, hep birlikte ağlar hep birlikte gülerdi. şimdilerde insanlar iyice yalnızlaşmaya başladı. bireysellik aldı başını gitti. insanların bilinçaltlarına öyle bir kültür aşılandı ki herkes evinden barkından kopmaya, herkes birbirini aldatmaya, yalancı hayatlar kurmaya başladı. madde ön plana, mana çok çok gerilere atıldı. bencillik aldı yürüdü. dünyadaki var olma yarışları tek tek insanlara yansıdı. düşüne tekme atıldı, ayakta kalanlar ise bir dolu dalkavuk tarafından alkışlandı. miskinlik maharet, tembellik huy haline geldi. yerinden kımıldamayan ev hapsini kendine reva gören, kendi içinde yalnızlığını yaşayan asosyal tipler peyda oldu. sıcak bir tebessüm, bir merhaba demek insanlara ağır geldi, başını öne eğip kimseye görünmeden sıvışmak en kolay yol olarak benimsendi. yitirildi peyderpey, uyuşturuldu beyinlerimizi kuşatan o sıcak duygular. iyi niyetler hasır altı edildi. Vaktimizin çoğunu televizyonlarda çalan sanatçılara büyük görevler düşüyor. Artık toplum nitelikli sanatçılara ihtiyacı var. Toplum sanatçıları arıyorum...


özü sözü bir,
mütevazı,
yılların getirdiği birikimleri, kişiliğinden ve insanlığından hiçbir ödün vermeden taşıyan,
her zaman güler yüzlü,
tatlı dilli,
erkanları özeliyle aşındırmayan,
kibrin ve kaprisin k'si bulunmayan,
sanatın erozyona uğradığı şu zamanlarda bildiği kaliteli yoldan şaşmayan bir sanatçı arıyorum..
...
sanatı ruhunda barındıran,
birikimlerini sindirmiş,
şarkılarını, eserlerini, resimlerini sanata dair yapıtlarını özünde yaşayan,
arkasından sadece güzel şeyler söylenebilecek kişilikte ve nitelikte,
yaşadığı zorluklara tevekkül etme erdemi gösterip ekran yüzünü aşındırmayan bir sanatçı arıyorum..
...
şöhret olma sarhoşluğuyla insan olma erdeminden uzaklaşmamış,
medya maymunluğu sıfatı yakıştırılmamış,
ruhunu kirletmemiş,

basit avuntular, anlamsız hırslar, vurdumduymaz tavırlarıyla rezalet puanlarını peyderpey almayan,

yılların aşındırmadığı bir sanatçı arıyorum..
...
ahlak ve değerleriyle örnek,
toplumsal sorumluluk ve bilincini taşıyan,

ekranların tehlikeli silah olabileceğini bilen,

tetik ve maşa olmaktan uzak,

siyasetten beri,

yaptığı işin hakkını veren ve işiyle konuşulan,

programlara çıkarken seçici davranan,
erkanda rol yapmayan, olduğu gibi görünen göründüğü gibi olan bir sanatçı arıyorum.

halkın değerleriyle örtüşen,

içinden çıktığı toplumun beğeni seviyesini yükselten ama asla küçümsemeyen,

geldiği yeri unutmayan,

ilkeli,

idealist,

dürüst bir sanatçı arıyorum..

böyle bir sanatçıyı bulduğumda ayakta alkışlamak istiyorum. Sayılarının ne kadar az olduğunu, değerini bilmesi gerektiğini söylemek istiyorum.
yazma gereği duydum neden bilmiyorum? hiç böyle övgü dolu sözler sarf etmezdim. ama her şeyin kötüye gittiği bir yerde iyi bir şeyleri alkışlamamaktan utandım belki de? kötüye pirim yaptırmak ve iyiyi örselemek ağır geldi vicdanıma belki! Belki de kulaklarını çınlatmak istedim var oldukları yerde birilerinin.. onların iyi gidişine gönül desteği verdiğini belirtmek istercesine..

insanlar neyi görürlerse onu isterler. onlara kırk kere bir ürünü gözünün içerisine gazetelerden, dergilerden, televizyonlardan, dizilerden, sinemalardan, billboardlardan bangır bangır kültür empoze edip satmaya çalışırsan günün birinde merak edip alıverirler. Sanatçı bu alışverişin en etkili satıcısıdır. Sorumluluğu herkesten çok daha fazladır. her yeni şey; hayatına bir yenilik, bir olağan dışılık, bir farklılık getirir umuduyla erkandakileri taklitten ibaret bir yaşam süren gençlere; satacağınız kültür, ahlak ve edebin ne olduğunu iyi tanımlamalıdır sanatçı kimliğini taşıyanlar. kredi kartı mağdurları gibi televizyon mağduru hastalıklı gençliğin mimarı olmak ne büyük bir vebaldir! Sanatçı hayatı dolu dolu yaşamalı her şeyin farkında noktalamalı. Tabuları, kalıpları, şablonları yıkıyorum derken toplumun temeline dinamit koymamalı. Her bakışı, açılımı ve ürettiği değer dünyaya renk ve dinamizm katmalı. Dehşet yumağı olacak bir kültürün mimarı olmaktan kaçınmalı.

Böyle bir sanatçı arıyorum…

sululuk, laçkalık ve küfürden ibaret soytarılığı sanatla bağdaştıranları hayretle izliyorum. Argo ile küfürü ayırt edemeyen sanatçılar peyda oldu. argo; avam ağzıdır, halk kültürünün bir ürünüdür, edebi unsurlardan uzak, kendi özgünlüğünü taşır ve asiliği simgeler bir bakıma. zor şartlarda sertleşen insanların duygularının bir bakıma dile yansımasıdır.
şimdi argo ile terbiyesizliği ve küfür etmeyi ayırmak lazım öncelikle:) argo konuşmak da bir maharet ve beceri gerektirir. ama terbiyesizlik ve küfür etmeği ve bunu sanatın bir parçası gibi göstermeyi maharet sayamayız. zira sanat estetik olmalıdır! estetik ile küfürün bir arada olması muhtemel değil. Sanat yapıyorum diye insanların akıllarına hakaret edecek bir şekilde küfürle süslenmiş sığ cümleleri bir ayara getirip güfte diye yutturmanın da açıklanabilir bir tarafı da yok. duygularını anlatma özürlü olanların kaçış yolu, yada kolayına kaçma çabasından başka bir şey değildir küfür! tamam insanların zaman zaman bunu kullandığı olur, birbirleri arasında konuşurken bu kelimeler dökülüverir ağzından ama genel kabul görmesi, genele hitap eden sanatçının ağzından sarf edilmesi, doğru bir davranış biçimi gibi insanların gözünün içine sokulması saçmalıktan başka bir şey değil.

Ben böyle bilinçli bir sanatçı arıyorum…

the pursuit of happyness (2006)


hayatın acımasız yüzüyle karşı karşıya kalan ve işleri hep ters giden radyoloji aleti satıcısının başından geçenleri anlatan dram türü bir hikaye. gerçek hayattan esinlenerek hazırlanan bu senaryonun duygu yükü oldukça fazla. Will Smith'in oynadığı satıcı rolündeki adam, beş yaşındaki oğluyla eşi tarafından ekonomik zorluklar yüzünden terkedilir. her geçen gün umudunu biraz daha yitirmeye başlamaktadır. bir gün borsa binasının önünde hayranlıkla çıkanları izlerken bütün hayelleri, borsada çalışmak üzerine şekillenir. çok zor olan 6 ayrılk brokerlık kursuna katılır. 2006 yapımı bu film de azim ve kararlı irade ile zor da olsa mutlu günlere ulaşmanın mesajı veriliyor. ayrıca dönem Amerika'sının kötü ekonomik gidişinin, sosyal ve aile hayatına yansımaları çok iyi irdelenmiş. Will Smith'in başarılı performansı göz dolduruyor. Türklerin yaptığı "Babam ve Oğlum" eşdeğirinde duygusal yoğunluk barındırıyor. filmin sürükleyici atmosferinden hoşlanacaksınız.

görsel efektler:çok iyi
ses efektleri: iyi
çekim teknikleri: iyi
senaryo: iyi
kurgu: iyi
oyuncu performansı:çok iyi
yönetmen performansı: iyi
benim puanım: 7/10
imdb puanı: 7,4/10
imdb adresi: http://www.imdb.com/title/tt0454921/



Laberinto del fauno, El


2006 yapımı fantastik dram türü başarılı bir yapıt. 1944 senesinde İspanya’daki iç savaş dönemi devam etmektedir. Bu savaşların ortasında yaşayan, 10 yaşında olan Ofelia adlı küçük kızın başından geçenleri anlatmaktadır. Fantastik ile gerçeğin güzel bir örtüşmesi olarak görülebilir. Küçük kızın hayal dünyasından bakışıyla şekillenen senaryoda kötü bir kişilik olan üvey babası Kaptan Vidal isyancıları bastırmakla görevli bir askerdir. Etrafındaki insanlara çok sert ve zalim davranan asker ile küçük kız arasında soğukluk vardır. Bahçede keşfettiği bir labirente giren küçük kız tuhaf bir yaratıkla karşılaşır ve her şey bu yaratığın yönlendirmesiyle farklı bir boyut kazanır. Sonu ilginç bir şekilde bitiyor. Görüntü detaylarında çok özenilmiş ve görsel efektlerine çok emek verilmiş bir film. Filmin senaryosu yazan ve yönetmenliğini üstlenen Guillermo del Toro’nun büyük başarısını Blade 2 filminden hatırlamaktayız. Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülüne aday gösterilmiş olan “Laberinto del fauno, El” filmini ilgiyle izleyeceksiniz.


görsel efektler:çok iyi
ses efektleri:çok iyi
çekim teknikleri: çok iyi
senaryo: iyi
kurgu: iyi
oyuncu performansı: iyi
yönetmen performansı: çok iyi
benim puanım: 7,5/10
imdb puanı: 8,5/10
imdb adresi: http://www.imdb.com/title/tt0457430/

7 Mart 2007

yeniden aşk

Kırıp döktüm tuttuklarımı,
Ettiğin tüm lafları yuttum.
Başım girince hovardalara,
Avare dolaştım şirin yarim..
Gökyüzünden baktım namluya,
Hayallerin vurdu alnımdan.
Usulca yaşıyordum kayıplarda,
Namusluydum, uzaktım ayıplardan!..
Aşkımı yoksul, buruk bıraktın
Kırık kalbim, ırak sana
Gel sarıl güzelim!
En büyük zulüm vuslatın..
Koynumda soğuyan yalnızlık,
Boynuma ilmek ilmek dolanır..
Uyku damlarken gözümden sabaha,
Uykusuzluk hükmünü verir sevdanın.
Gülümün kuşlarını aşka sağır bıraksak,
Gönlümün yokuşlarına uçarlar ağır aksak..
Saçlarım ağarırken şahidi olmalıydın yanımda,
Ahdimizi yıktın, yıldın baharında dünyanın..
Her rüzgarda yapraklar savrulurken,
Tomurcukla vurulur, sevgi toprakların.
Ömür vergisi toplanır her bahanede,
Mevsimler dönerken kışların hanesinden sabaha,
Yönelir aşkın nergisleri, başka baharlara..
Unutulur tüm kabahatler,
Verilir yeniden vaatler.
Umutlar, vakitsiz demlenir,
Tutar yeni akitlerin filizleri..
Yutar takatsizliğin dehlizlerini..
Aşk düğümü vurulur bileklerine,
Düğün havası işler iliklerine..


tehlikenin farkında mısınız?

Tehlikenin farkında mısınız?
Demokrasiyi oyuncak haline getiren basının, keskin kılıçlarının gölgesinde soluklandığınızı biliyor musunuz?
Bir avuç mutlu azınlığın, bu ülke de istediği anda baktığınız her yönde (gazete, dergi, reklam, televizyon, internet) felaket çığırtkanlığı yapabileceğinin farkında mısınız?
Yapılan her haberin, yorumun, görüntünün, reklamın arkasında bir ideoloji filtresi kullanıldığının farkında mısınız?
Bu ülkede umudun yerine korku fidanları dikilmeye çalışıldığının farkında mısınız?
Ya varsın ya yoksun diyerek olayları içinden çıkılmaz hale sokanların, ya bizden olursunuz ya da çıkılmazların, çözümsüzlüklerin, yok oluşların parçası olursunuz paradokslarının gelenekselleştirilmeye çalışıldığının farkında mısınız?
Ülkeyi uçuruma sürükleyip beceriksizlik abidesi olanların kurtarıcı postuna bürünüp tüm karanlık yüzleriyle size kucak açtığının farkında mısınız?
Bu ülkedeki her sorunda fırsatçıların kapalı kapılar ardında planlar yapıp, bir parça daha rantı nasıl sağlayabiliriz hesaplarını yapıp insanların gözlerini boyadıklarının farkında mısınız?
Masonların, rotaryanların, lionsların masal olmadığının her daim iş başında ve ülkenin kuyusunu kazmak için beraber olduğu satılmış uşaklarıyla at koşturduğunun farkında mısınız?
İç borcumuzun 23.5 milyar dolara ulaştıranların, bugün 8,5 milyar dolara inmesine rağmen o günlere özlem duyup bir şeylerin değişmesinden rahatsız olduklarının, hesaplarının bozulduklarının, rantlarının avuçlarından kaydığının farkında mısınız?
Kendi siyasi fikirleriyle ekonomik gidişi çorba edenlerin, ekonominin düzelmesinden ziyade rayından çıkmış bir devleti yeğleyenlerin farkında mısınız?
Şeffaflaşmanın, değişimin, adaletin bazı kesimleri rahatsız ettiğinin farkında mısınız?
%10 dan fazla medya hissesi olanların devlet ihalesine girmesinin yasak olduğu halde devlete baskı yaparak her türlü ihaleye fesat karıştıran medya patronlarının farkında mısınız?
Gazete, televizyon, dergi sayfalarında kültür emperyalizminin saldırısında canavarlaşan bir gençliğin gümbür gümbür geldiğinin farkında mısınız?
Okullarda hap kullananların, sigara içenlerin, şiddete başvuran öğrencilerin, ahlaklılığı ve erdemliliği ayağa alan gençlerin akıl hocalarının medya olduğunun farkında mısınız?
En büyük doğruluk kaynağı, bilgi kaynağı ve yönlendirme kaynağı olmayı kendine düstur edinmiş kokuşmuş medyanın farkında mısınız?
Türkiye'nin en zenginlerinin, "iş adamları dernekleri" adı altında oluşturduğu zenginlerin kulübünün, Türkiye’deki en büyük gelir getiren faaliyet alanlarını parsellediğinin onların iş alanlarına rakip olanların çuvalladığının farkında mısınız?
Bir büyüğümüzün dediği gibi Gülhane parkındayım her şeyin farkındayım..

5 Mart 2007

Strangers On A Train


Strangers On A Train 1951 yapımı ve Alfred Hitchcock'un yönettiği bir film. yönetmenine aldanıp kurgusunu çok güzel sanıyorsak da filmin cinayet ve drama türünü düşündüğümüz de çok da başarılı bir senaryoyu göremiyoruz. en meşhur Alfred Hitchcock filmlerinden tanımlaması yönetmenin hanesine olsa olsa eksi olarak yansır. filmin konusuna gelir isek; ünlü bir tenisçinin şans eseri trende yolculuk eden ve babasından nefret eden biriyle tanışmasıyla herşey başlar. tenisçinin hayatını gazete ve dergilerden bilen bu şahıs onun karısıyla boşanmak istediğini bilmektedir. çarpraz cinayet önerisinde bulunarak onun kendi babasını, kendisinin de onun karısını öldürmesini teklif eder. tabi bu planı trendeki şahıs tek taraflı uygulayıp adamın karısını öldürür ve onunda cinayeti işlemesi için zorlamaya başlar. olaylar bu şekilde gelişir. Robert Walker ve Farley Granger'in başrolünü oynadığı filmi orta halli bir yapıt olarak değerlendirmek gerekir. filmin çekim tekniklerine bakınca zamanın ağır kameralarını trene bağlamak, farklı açılardan etkiyi arttırmak, detayları vurgulamak vs. o zaman için muhteşem olarak değerlendirilebilir.

görsel efektler:iyi
ses efektleri:iyi
çekim teknikleri:iyi
senaryo: kötü
kurgu: orta
oyuncu performansı: orta
yönetmen performansı: iyi
benim puanım: 6,2/10
imdb puanı: 8,3/10
imdb adresi: http://www.imdb.com/title/tt0044079/

2 Mart 2007

kuraya

Kuraya diye bir ülke varmış zamanında, tabiatın onlara verdiği lütufla yaşarlarmış. Bu ülkenin halkı bu kendi zenginliğinden bihabermiş ve değerini bilmezlermiş hiç. Kötülerin başı ufacık bir ülke olan Rasala, kötü ruhların verdiği salahiyetle dünyayı ele geçirmek istemiş. Ama gücünün sınırını da biliyormuş tek başına bunu yapması imkansızmış. İlk önce kötü ülkenin generalleri, kötü ruhların kendilerine çizdiği planı okumuş,. Bu planın en büyük dilimi Kuraya ülkesinin sınırından geçiyormuş. Rasala; dünyadaki tüm ülkelerin değerlerini kaybetmiş zenginlerini hedef almak üzere 3’lü sistem kurmuş. Bunlardan birincisi Nossanlar, ikincisi Torranlar, üçüncüsü ise İssanlar imiş.

1)Nossanlar bu tüm bu gurupların başı ve Rasala’ya hizmet edenlerin, satılmışların en büyüğü imiş. Üyeleri tüm değerlerden kendilerini arındırır, ülkelerine sadakatten ziyade paraya sadık oldukları için Rasala kötü ülkesinin her emrini yaparlarmış. Bunlar kendi ülkelerindeki halkı yanıltmak için ellerindeki ekonomik gücü kullanır ve Rasala’nın hedeflerine ulaşması için var gücüyle çalışırlarmış. İnsanlara şirin gözükmek için göstermelik yardımlar yapar ve barışın öncüsü gibi gösterirlermiş kendilerini. Nossanlar’dan olmak çok zor imiş Rasala ince eleyip sık dokurmuş sonra Nossanlar’ı seçermiş. Bunlar kötü ruhlara tüm değerlerini satmadan tam Nossan sayılmazlarmış. Karşılığında dünyadaki tüm servetlerin ve zenginliklerin önü açılırmış bunlara. Bunlar da servetleriyle elde ettiği iletişim, reklam, basın, medya vs ile baskı unsuru oluşturur hedef ülkelerde at oynatırlarmış. Hayali tablolar ile ülkenin iyiliği budur der dururlarmış.

2)Torranlar, nossanların bir alt gurubuymuş. Daha çok gençliği hedef alırmış, hali vakti yerinde olan iş adamlarını toplar onları gruba dahil eder, Rasala’nın hedeflerine yararlı olacakları seçerlermiş. Eğer çok azimli olurlar ise onları da ileride Nossan yaparlarmış. Zaten her Torran örgütünün başında bir Nossan bulunurmuş.

3)İssanlar ise en masum görünen ve halk ile iç içe olmaya gayret eden en yakın temas gurubuymuş. Bunlar kendini insanlara ve hizmete adamış gibi davranırlarmış. Nerde bir yardım var oraya damlar iyi insanların duygularını kullanır, onlardan gibi görünürlermiş. İyi insanlar bunların bu iç yüzünü anlamazlarmış. Ufacık tefecik yardımları koşan zengin olan İssanlar hiçbir zaman köklü bir şekilde kendi ülkelerine hizmet etmezlermiş. Ne de olsa onlarda Torran ve Nossan çizgisinde olan zihniyetin uzantılarıymış. Bütün iyi insanların yaptığı yardımların reklamını İssanlara mal eder ve İssanları dünyanın iyilik meleği gibi gösterirlermiş. Ama saman altından de kendi ülkelerini Rasala kötü ülkesine köle hale getirmeyi hedef edinirmiş.

Nossanların, Torranların ve İssanların en yoğun oldukları yerler ise kötü ruhların haritasında Rasala’ya hedef gösterdiği topraklarmış. Bu toprakların en büyük parçası ise Kuraya ülkesinin içinden geçermiş. Kuraya halkının gemisinin gövdesinde koskoca delik açan bu üçlü sistem, halkın koca deliği görmesini engeller onlara güvertenin direklerini boyanması gerektiğini telkin ederlermiş! Halkı uyudukça uyur, değerlerinden uzaklaşır, zenginliklerini kullanamaz hale gelir, ülkesindeki en büyük iş adamları Rasala’nın piyonu haline getirilir. Artık Kuraya da Rasala’nın hizmetkarı bir ülke olmuştur. Tek yapması gereken zamanı gelince kötü ruhların emrettiği o bereketli toprakları kendi topraklarına katıp dünyaya bu yeni sınırlardan hükmetmekmiş. Bu oyunları Kuraya ülkesinin bir avuç insanı bilir ama halkına bunu anlatamazmış. Bu hikaye her dirayetsiz kalmış ülkede aynı şekilde yaşanırmış.