31 Temmuz 2008

özgürlüğün hiyakesi

Özgürlük insanın vazgeçilmezi, en zirvelere taşınası, uğrunda ölünesi bir duygu. Resimlere, heykellere konu olan biriciğimiz. Manhattan’da göklere haykırırcasına yükselen bir bayan elinde meşalesiyle, her güneşin doğuşunda özgürlüğü haykırıyor newyork semalarına...

Sene 1880 ve bir heykel hazırlanıyor 93 metre uzunluğundaki heybetiyle. Osmanlı’nın Mısır eyaletinde Kavalalı Mehmet Ali dönemi hızla devam etmektedir. Osmanlı saltanatına olan dik başlılığı ile tanınan eğitimsiz lakin zekasıyla şaşırtıcı bir askeri dehadır Kavalalı Paşa. Soyundan gelenler yönetirdi onların da ruhunda özgürlük var ya durur mu o ruhu aşıladığı soyundan gelen mısır hidivleri. Said Paşa Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps’e tüm ticari akışları değiştirecek bir projeyi yapmasını emreder. Bu, Akdeniz ve Kızıldeniz’in yollarını birleştirecek Süveyş Kanalı projesidir. Her zamanki gibi sömürenler ve sömürülenler mücadelesinin gölgesi düşmüştür projeye. İşin aslı İngiltere’nin Akdeniz ve Hindistan’da olan sömürge sisteminin Fransızları rahatsız etmesiydi. Ve bu projenin ardındaki ipler yine onların eline bağlanmıştı. Ve Sultan Abdülaziz’e baskılar başlar İngilizler tarafından. Zaten pek de sevmezdi Sultan, Mısır hidivini.. Evvelden olan gayrilikler yüzünden onaylanması uzar işin.

Said Paşa sabırsızdır ve biran önce hayata geçirilmesini ister 12 yıl sürüncemede kalır Kızıldeniz’in ve Akdeniz’in özgürce sarılacağı günler. Sait Paşa ölmüştür.. Yerine geçen İsmail Paşa kanalın Mısır’da yaratacağı canlılığı sezinlemiştir. bütün idealleri buna odaklanmıştır ve padişah da daha fazla baskılara dayanamayarak projeyi 19 mart 1866’da onaylamıştır..

Evet gözden kaçan bir şey vardı o da proje metninde geçen şu ibareydi:
Süveyş kanalının Akdeniz’e kucak açtığı yerin ucuna, devasa bir heykel dikilecek ve bu heykel firavun dönemlerinin yerel kıyafetlerine bürünmüş bir kadın suretinde olacaktı. Elinde tüm Asya’nın yegane ışık kaynağı olduğunu betimlercesine bir meşale tutacaktı. Sultan Abdülaziz’in ayırttığı bütçeyle Fransa’nın meşhur heykeltıraşlarından olan Frederic Augoste parçalar halinde heykeli yapmaya başlar.. Birkaç yıl geçmiştir ve artık heykel bitmiştir. Marsilya sahilinde bir gemi bu heybetli heykel parçalarını mısıra getirmek üzere hazırdır. Süveyş kanalının özgürlüğü haykıran kadın heykeliyle açılışı gerçekleştirilmek üzereyken Mısır Hidivi İsmail Paşa halkın tepkisinden bir an için korkar.. Heykel o dönem alışılmadık bir sanat dalıdır Osmanlı topraklarında. Ve istemez o heykeli.. Açılış heykelsiz gerçekleşir. Ve kalır olduğu yerde bu devasa anıt.

Paris’te kim bilir hangi dehlizde unutulmaya terk edilmiş bu heykel özgür olacağı günü iple çekmektedir..

Köprünün altından sular akmıştır Fransa, Amerika ile yakınlaşmaya hediyeler havalarda uçuşmaya başlamıştır. Birbirlerine yakın olduklarını her daim vurgulamaktadırlar. bu iki ülkenin dostluğunun mimarı olan Fransız Edouard Rene Lefebvre de Laboulaye; iki ülkenin dostluğunu ebediyen sembolize edecek heykel şeklinde bir hediyenin Amerika’ya verilmesini ister. Lakin bu heykel bir eliyle hukukun ve adaletin kitabını tutacak bir eliyle de özgürlüğün meşalesini taşıyacaktı.

Ve yine iş Bartholdi’nin omuzlarına düşmüştür. Birkaç rötuşla bu heykeli yeniden inşa edecektir. İlk işi uzuvlarında ufak tefek değişiklikleri gerçekleştirmek oldu. Bu heykel mühendis Gustave’nin de yardımlarıyla bakır ile çelik alaşımından inşa edilmeye başlandı. 1884’de nihayetine gelinen bu devasa eserde bir değişiklik olmuştur.. Heykeltıraş Bartholdi, annesinin yüz ifadesini işlemiştir heykele bu defa.. Tamı tamına 350 adet parça Newyork’un yolunu tutmuştur. Zorlu bir yolculuk ardından nihayet 1885 tarihinde Manhattan’a ulaşmıştır gemi.. Bu koca heykeli ayakta tutacak kaideler ise ancak 1886’da bitmiştir ve Türk finansıyla inşa edilen heykel macerasının sonunda Amerika’nın en büyük sembolü halini almıştır.

Heykel mi özgürleşti yoksa insanlar mı bu hiçbir zaman bilinemedi..

13 Temmuz 2008

yavan aşk

Hiç kırık kalpten yükselir mi bir sevda sesi!
Hıçkırıklar, kalıp nükseder aklımın köşesine.
Tahammülüm yok ham sevdanın meyvesine,
Hataydı hayat hamallığı, namert meydanında..
Vurur! Layık gördüğünde, kalbimi her yerde,
Gururlanır yıkık gönlüm, aşk var ya serde!

Neden mühürlerin kahinlerin gaip perdesi,
Hep istikbali öğütür garip zamanların rendesi.
Bu hanem artık haykırıyor yalnızlık bahanesiyle,
Ar buharı tütse kalbinden yıldızlara, bana ne!
Karanlığa benzeyen güneşinde seçilmiyor batısı doğusu
Kuralsızlığa bezenen isyanında karışmış bâtılı, doğrusu..
Alaka yoktu, tesadüftü! Karşılaşmamız elbette,
Mutlaka tasadan, korkudan anlaşmamız bitti.
Yetmiyor soluklarıma bıraktığın sensiz zamanlar,
Hak etmiyor soluk benizleri gözlerimden akanlar.


Acı harmanlarında kuru güllerden bezdim,
Ağır hayat romanlarım, kara günlere bezendi.
Gezmeyesin beyazlar içinde, nasipsiz ol ziyadan,
Ayazlar vurmuş zayi bedenlere benzeyesin..
Sana seslendim tüm benzersiz satırlardan,
Ah sen yok musun! Bir bensizliği hatırlarsın.
Kabullenip maziyi gelme artık! Gelme be zalim,
Küllenmiş hatıratımda kalmadı elemlere mecalim.


Kah gülüp kah eğlenirdin sen! Benimle, varlığımla..
Kahrolup kavrulacağını bilseydin ya! Bendime vardığında.
Serzenişler böyle mi? Yardan firarı anlatır.
Serde sitem olsa feryat figan ağlatır.
Gayriye temayülünle, duygular yavanlaşır,
Kalbime galebe çalar ,yıkılır eyvanları..
Galiba yalvarmak nafile! başka ne demeli?
Gaibe varmak ise nihayet, yeni aşkı denemeli.
Aşk süratle alevlenir meşk evinin ateşinde
Asık suratlar yeşerir başka aşklar peşinde..