30 Kasım 2007

doğulu yada batılı olmak!

batıya doğru insanlar robotlaşmaya başlıyor. rutin hayat içinde duygulardan sıyrılmış, birey merkezli, hiçbir esnekliğe izin vermeyen, her şey motomat kalıplarda işleyen, hata yapanı ezen bir mentalite. ayrıca yalnızlaşan bu insanların ruh sağlığı da tehlikeye giriyor, dertleriyle başbaşa kalıyorlar. belki bazı işleyişler çok düzgün ve kurallı ama insanlar mutsuzlar batıda.

doğuda yardımlaşma var, birlikte eğlenme kültürü daha samimi, insanlar birbirini kolluyor yardım ediyor, bazen sorunları büyütmek yerine görmezden geliyorlar. belki bunun dezavantajları da var ama bazen de bir soruna takılıp kalmak hayatı ıskalamaya sebep olabiliyor. tek çıkmazı birbirine riayet etmeyen, bu esnekliğin getirdiği ruh halinden dolayı hatalı yapılan işlerin olması.

belki de gelişmişlik ve insanlık arasında doğal bir denge var. birinden feragat edince diğerinde zedelenme oluyor. aslında hep tartışılır hars ya da kültür denilen şey nedir diye. kültür bir yaşama biçimidir bana sorarsanız. muhakkak bunun içerisinde ekonomik unsurlar ve müreffeh yaşam da vardır ama asıl olan ruh sükunudur kanımca. doğu da ilk medeniyetlerin kökünün atılması da bundan olsa gerek. sıcak yapısı ve insani tutumları, yardımlaşma ve bencillikten uzaklaşma, insanını sahiplenme gibi erdemlilik kuralları doğunun uhdesinde kalmıştır hep. batının da güzel tarafları var en azından adalet sistemi tepeden inme de olsa işlemekte. yada insanların yaşamlarını bir şekilde kolaylaştıran önlemler alabilmekteler lakin bir şeyleri hep eksiltmekte bu gidişler. daha çok madde merkezli bencil bir yaklaşımla yoğrulmuş bir bakış açısı var. artıları eksileri toplarsak sanırım doğunun artısı daha fazla olacaktır yaşam adına..

Aslında doğu batı kavramlarıyla yakın ve uzak doğu kastediliyor. Daha sonra bu terminoloji kavramsal olarak yer ediniyor. İlkin oryantalizm adı altında batılı emperyalizm güçlerinin doğuyu araştırma girişimleriyle kavramsallaşmıştır. Tabi doğulu kavramına yüklenen olumsuz bakış açıları da vardır. Oryantalizm yada şarkiyatçılık doğu halklarını, onların kültürel yapısını, farklılıklarını, yaşam biçimlerini ortaya koymaya yönelik çalışır. Bir nevi batının; doğunun zenginliklerine göz dikmesiyle oradaki medeniyetin kaynağını araştırıp, fikir hayatını didikleyip, bilimsel atılımlarından kendine paye çıkarma kaygısıyla şarkiyatçılık gelişmiştir. Batının her daim doğuya bir önyargısı olmuştur. Onları kendilerinden aşağı gösterme girişimleri hiçbir zaman bitmemiştir. Ama onları sömürmek ve ellerindeki tüm birikimlerin üstüne konma girişimlerinden de geri kalmamışlardır.

Doğu içine kapanıktır, duygularıyla hareket eder hiçbir zaman benliğini ben olma bilincini merkeze koymaz. Bu hoşgörülü ve pasif tutum batının kendi adına konuşmasına ve kendisine kimlik biçmesine neden olmuştur. Hatta zaman içerisinde doğulularda bu kimliği kanıksamış ve bu kavramla mahdut kalmışlardır. Kendi coğrafyalarıyla, sanatıyla, inançlarındaki esnek ve sevgiyi esas alan felsefesiyle, kişilikleriyle zaten doğu farklılığını da aşikardır. Ama bunu batının gözüyle değerlendirmek hiç de objektif olmayacaktır.

Hala Avrupa birliği adı altında ayırım yapılmakta ve ülkemizin de içinde bulunduğu birçok medeniyeti hor görmektedirler. Bu yiyiciler karteline kendilerinden olmayan, inançlarına, yaşam tarzlarına, tutumlarına uymayanları da almamaktadırlar. Geçmişten gelen husumeti geleceğe kılıftan kılıfa sokarak devam etmektedirler. Asillik, soyluluk, medenililik olarak gördükleri eylemlere bakılınca ortaçağdaki barbarca tutumlarını da göz ardı etmemek lazım. Tarihsel süreçte geçmişte doğu üstündü her bakımdan, ama Avrupa son dönemde zenginleşmiş ama insanı boyutta aynı zenginliğe kavuşamamıştır. Irkçılık, sınıf ayrımcılığı, zümre farklılıkları gibi hastalıklı bir bakış açısının gölgesinde doğululuk kavramı bugünkü haline ulaşmıştır ve bir kavram olarak karşımızda durmaktadır.

21 Kasım 2007

eskihisar6

osman hamdi bey ayrıca resimde batı ve doğunun sentezi harika bir tarz oluşturmuştur. Ünlü resimleri şunlardır:

Kahve Ocağı, Haremden İki Müzisyen Kız, Kuran okuyan Kız, Çarşaflanan Kadınlar, Vazo Yerleştiren Kız, Gebze’den Manzara, Çekik Gözlü Kız-Tevfika, Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız I, Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız II, Feraceli Kadınlar, Pembe Başlıklı Kız, Kaplumbağa Terbiyecisi, Mimozalı Kadın, Şehzade Türbesinde Derviş, Silah Taciri, Beyaz Entarili Kız, Sarı Kurdeleli Kız..

eskihisar'da oynayan çocuklar; senin eserlerini betimler kumdan kalelerde, senin şaheserlerini yaparlar zihinlerindeki en renkli gökkuşaklarında ve eskihisar seni hayırla yad eder osman hamdi bey..

eskihisar5

herkes seni anımsar herkes seni rahmetle yad eder osman hamdi bey.. başlar avuçların içerisinde tarihten sayfalar aralanır ve eskihisar'da bir başka kokar karanfiller..

eskihisar4

1883 sanayi-i nefise mekteb-i aliye’nin hem kuruculuğunu üstlenmiş hem de müdürlüğünü yapmıştır. dahiliye nazırlığı da yapan osman hamdi bey bu entelektüel birikimiyle ülkenin genelindeki tüm eserleri istanbul’da bir araya toplattırmıştır. eskihisar sahillerindeki kayıklar gibi dizmiştir sıraya tarih yadigari tüm objeleri..

eskihisar3

ilk türk müzesini kuran kişi olan osman hamdi bey osmanlı’dan avrupa’ya eğitim için yollanan dört kişiden biridir. 1881 de müze-i hümayun’a müdür olarak atandı. batılı anlamda müzeciliği osmanlıya getirmiştir. eskihisar'daki bu kayık ilim yolcularını yad edip anmakta, osman hamdi gibi bir derya görmemiştir eskihisar sahilleri..

eskihisar2

ressam osman hamdi'nin beldesi eski hisarda kayıkçılar emekçiler hala alın teriyle çalışmakta. kimbilir kendisi bu manzarayı nasıl betimlerdi!..
osman hamdi’nin 3 temel özelliği ve üç alanda üstat olması ve bu konularda en üst düzeyde icralar gerçekleştirmesi onu ön plana çıkarmaktadır.
1.müzeciliğin gelişimindeki etkin rolü (İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kurmuştur)
2.arkeoloji’nin gelişimindeki etkin rolü (1884 de Asr-ı Atîka Nizamnâmesini çıkararak yurt dışına tarihi eserlerin çıkarılmasını önleyen ilk kanundur)
3 güzel sanatlarda ve ressamlıktaki eşsiz dehası.
eskihisar seni özlüyor osman hamdi bey..

eskihisar1

ressam osman hamdi'nin mekanıdır eskihisar. osman hamdi bey 1842 ile 1910 tarihleri arasında yaşamıştır.
hukuk öğrenimi için gittiği paris’te ressamlığının temelini atmıştır. belki de o kayıklar kadar yalnızdı okyanus gönlüyle osman hamdi bey..

20 Kasım 2007

çocukluğumu özledim

Küçüktüm bilmezdim yalanı ve riyayı. Hep biliriz ya masum hikayeyi. Ben de küçük ellerimle ilk oyuncaklarımı kavrarken daha gözümün ucuyla arardım annemi, babamı.. Daha sonra ne mi olurdu! Hissederdim derin bir güven ve mutlulukla nemlenirdi gözlerim. Mahalle savaşlarında büyüdüm ben, çamur yollardan yürüdüm dizlerime kadar boyandım toprağa. Kuru yaprakların düştüğü zamanlarda kaleye mum dikerek oyun kurardım en sevdiğim minik dostlarımla. Çürük elma kim olacak derken, akşamın karanlığına sobelenirdi mutlu demlerim.

Telli arabalarım da oldu, topaçlarım da döndü hayallerle büyülenmiş zihnimin girdaplarında. Belli belirsiz anımsarım üç yaşında taşındığımız evi. henüz ışıkları yanmıyorken odamın, içimdeki heyecanla güneşin doğuşunu gördüm. İlk komşumuzu anımsarım nasıl gülümsemişti o sıcak yüreğiyle, çocukları vardı bizim evcilik oyunlarımızın minik hanımları. Onlarda büyüdü bizimle, onların hayalleri de semaya uzattı dallarını, yapraklarını.

Okula giderken sabahların kör gözlü karanlığında köpek sesleriyle irkilirdik, duyardık sağlı sollu bahçelerden yükselen ilk horoz seslerini. Bir dere vardı üstündeki ince tahtadan akrobatlar gibi geçerdik, bazen de düşerdik suya kahkahalarla gülen arkadaşlarımız arasında. Gözlerimizi ovalarken sokak özlemleriyle son ders zili çalardı. Büyük harçlıklar görmedik biz, elimize tutuşturulmuş liralarla horoz şekeri ile leblebi tozu arasında yazı tura atardık.

Hiç unutmam oyuncak bulmuştuk yerde, Gülzade teyzenin büyük oğlu Süleyman’la. Aramızda paylaşamayınca karar vermiştik üç beş ağaçtan oluşan orman denilen koruluğa gömmeye. Çocuk aklımızla nerden bilirdik uyanıklığı, Süleyman erken davrandı boş buldum oyuncağı gömdüğüm eşiği. Süleyman’ın lakabı sülük olarak kaldı hatıra. Hala anımsarım kanatları açılan o uçağı ve o ormanda sahiplenip isim taktığımız ağaçları. Çam kozalakları toplardık ağaçlarımızdan, paylaşırdık bedenlerimizden büyük çuvalları. Eriklere dalardık, dut toplardık bize konulmuş hudutları aşardık.

Zafer tepemiz vardı bizim, böğürtlenle süslenmiş gelinlik gibi dikenlerin arasında tırmandığımız tepemiz. Amaçsızca tırmanıp mutlu olduğumuz en yüce zirvemiz bizim.. Kestirmelerimiz vardı uyanıkça sızdığımız ara bahçelerden sıvıştığımız kestirmelerimiz. Öfkelerimiz vardı, kızıp taş da attım, başımda kanadı. çocukluğumuzdan kalan kırıkları ellerimle tutarken ağlarım ben geçmişin en güzel günlerine olan özlemimle. Mahalle parası toplardık arkadaşlarımızla bir ufak şişe kola bir piknik bisküviyle şenlenirde soframız, genzimiz yana yana içerdik gazlı gazozları. Ben hala o hazzı bulamam en mükellef masalarda. Ömer vardı küçük ömer. Sahi ben büyüktüm ondan bir yaş, takmıştık arkadaşlarla küçük sıfatını. kardeşi eyüp’ü dışlardık niye ki ufaktı bizden. Bisikletlerimize binerdik sokak sokak dolaşırdık fethederdik tüm arka mahalleri.

Ne bayramlarda en büyük harçlığı veren Yusuf amcayı, ne çocukluğumuza rağmen bizimle karşılıklı sohbet eden Arap Mahmut’u, ne de açık bisküvi aldığımız çikolatasına doyamadığımız Bakkal amca Muzaffer’i unutabildik. Sütçü lokman amcanın kamburunda taşıdığı, sopanın ucunda süt güğümleriyle dolaştığı, sesiyle yankılandığı bizim mahallemizi hiç unutamadım.

Kırlarda yürüdük biz, gelincikler topladık rüzgarların yapraklarını savurmasına rağmen, dört yapraklı yoncaları aradık yerlerde, kır çiçeklerinden demetler yaptık annelerimize. Masumdu zamanımız en az çocukluğumuz kadar. Mutluyduk biz doğal olduğunu bildiğimiz her yerde.

14 Kasım 2007

üzgünüm ben sadece sana küskünüm

Seni anlam mevzisinde savundum, savrulan küs kurşunlarından. Ne sen avundun sarih bir dille çevrelediğim cümleleri, ne de ben vurdumduymazdım gönlünün hışımla vurduğu vicdanında. Yağmur sicimlerine gözyaşları boncuklarını takarken, yine de aktı onca acı şehlâdan. Şehirler seçtim kendime boğulurken aynı havayı soluduğun meskunlarda, sen yine suskundun bana, ben ise sadece küskünüm..

Boyumun fevkini aşarsa diye endişe ettim, dişimden tırnağımdan arttırarak biriktirdim sevgimi, körpe kalbine köprüler uzattım aksın diye sevda pınarlarım. Ama sen anlamadın, künyeler astın hayalinle boyadığın benliğime. kabustan beter bir adam yarattın düşlerinde. O değildim ben, ne sen boyun eğdin haklılığıma ne ben uğrunda eğildim, anlamsız gururunun meclisinde.. hani gönlün ganiydi, her anımız şen ve bayram şerefiyle şahlanırken ani sevda ölümlerinden uzak, ihanetlerden gayri bir hayat sürecektik. olmadı bu münferit bekleyişler.. gözlerinin ferinde asılı kalmış umutlar; henüz nevbaharken kuruyup sararmakta.. gönlümün hararetinden çıkan kıvılcımlar, cıvıl cıvıl çocuklar gibi toplaşır en masum sesleriyle sadrımda ve vicdanımın süzgecinde elenir her cihetten haksızlığın düşer aklıma üzgünüm ben sadece sana küskünüm..

Duyguların devşirilmiş gülüm, şirin dediğim yüzünde hüznün notalarından damıtılmış besteler dökülüyor aheste.. sana ucu bucağı olmayan sabırlar vaat etmedim, mavi boncuklar da takmadım gönül vadem dolmadan bu sevdanın üstüne.. ay doğar aylar geçer, güneş seçer karanlığa bürünmüş gecenin ardından sabi uyanmış yüzleri. Bu yüzden mi göremezdin tanyeri ağarırken simandan saçılan o ışıkları. Hangi gölgede kaybettin bilmem aşıklar fenerini, narin bir gülün dikeni batınca elime sızlanırım, üzgünüm ben sadece sana küskünüm..

Sana göre her duygu müsavi, her isyan son bulur dudaklarından çıkan aksi sedada. Halbuki bu aşk dolu edada ne hüsnüniyetler besledim. binlerce mavi bulut saçılırken semada, bir elveda dahi demedin. Balya balya şikayetler büktüm, ne sen ürktün ayrılıktan ne ben çok büyüttüm gözümde yalnızlığı. Ayrılığımızla perçinlendi, hırçın bir okyanustan farksızdın benim için. İlmek ilmek işledin iyi niyet taşlarıyla ayrılığa uzanan yolları her yolun başında bilmek istedim neden! Neden bu ayrılığa meylin!.. hayalimden uzak yaman bir hicran yarasıyla cerh olundu gönül makberim, üzgünüm ben sadece sana küskünüm..

karanlıkla yoğrulmuş günlerin, mevsimlerle harmanlanmış yılların akrep ve yelkovanın yorulmaksızın inatlaştığı garip zamanda, amansız ölüm hastalığına tutulmuş beden kovasında aşk hovardası ruhun vadesini beklerken neydi senin mağrurluğunu baki kılan! Ardında bıraktığın onca ahın, bir soluksuz sabahın ayazında, avazın çıktığı kadar sızlansan da sırtını sıvazlamadan nefesine düğüm atacağını saklamadı ki hayat. Hey hat! Kör bir çılgınlıktı yaptığın, üzgünüm ben sadece sana küskünüm.

kalbinin burçlarında zafer çığlıklarım dalgalanıyorken, zihninden kalbine boca ettin zaaflarını. Tüm aflarımı kaldırdım, kaldırım taşları kadar soğuk, titrek bir ışık kadar cılız, gecenin en sevimsiz karasından da beter bir hazımsızlığa düçar ettim bencilliğini. Emir büyük yürekten, emir büyük yerden, fermanın okunmadan daha! ricata çekildi vicdansız diye bildiğim ürkek bedeninde gizlenmiş benliğin. Eminim artık engin yüreğinde gezinen sevda akıntılarının buzlaştığından, gizlenmiş diye umduğum saf duygularının yozlaştığından.. Gökkuşağının renk cümbüşüydü gördüğüm, üzgünüm ben sadece sana küskünüm..

Kalp Busesi

bir parça korku sindi kalbime,
birikti içimde sevda tortuların.
kalbimin kapısı açılınca,
her durakta in dedim sevgine.
direndin göğsümün solunda,
dinlemedin!
sen yine inmedin..

tutsam kolundan sarılsam,
“gitmek yasak” tılsımıyla!..
karanlık göründü sineme,
sensiz olduğum her sokak,
yanında olmalıydım,
ve yanında ölmeliydim!..

benim bir parçam olmuşken,
sancıyorsun her kopuşunda,
muzır gülümsemenin albenisi,
kalbime saplanır,
hiç hesapta yokken hızlanır,
huzur için omuzların..
ve yaslarım başımı..
arar elini ellerim,
nerde ellerin!
ya mavi gözlerin,
çok özlerim ben!
Hayalinle dirilir gözbebeklerim,
gönlüm ellerinin ahvaliyle delirir,
ben usanmadan beklerim!..

içinde büyüttüğün,
sevginle emzirdiğin aşk yeniden belirir..
henüz şaşkınlık yollarındayken,
hayallerin ortasında,
döner yelkenlerin rotası..

hesapsız, mutluydum ben,
bir sabah uydum kalbime,
bir sabi busesi gibi,
tutuldum narin sesine.
sana yarim dedim,
heba ettin bizi.
bana yardım edin,
kaybettim sevgimizi..

aşk dolu hatıranın matemindeyim,
hatalar kambur olmuş sırtımda.
sayhalar çarpar yüzüme hislenirim,
nutkum düğümlenir, gözlerim sislenir..

8 Kasım 2007

erzurum aşkale yemin töreni video



askerlik anılarını o kadar anlattık eee tabi şimdi o hayattan bir kesiti merak edenler de olmuştur yada bir tek merak eden benim:) yer aşkale 1 ay sonra acemilik bitiminde 243 kişinin yani bizlerin yemin töreni yapılıyor.

5 Kasım 2007

mavi denizden kopan menekşe

Kırmak kolay gelir bir menekşeyi dalından, kokusunu çekerken içine, gözünden damlarken göz yaşların, yeniden filizlenmesine yetmez artık kopan yaprakların.. Bir kapana kısılırken yüreğin, kahpe dünyalar girer araya ve başını öne eğerken birkaç hüzün buhranıyla zihnin çalkalanır en korkulu rüyalarda... Ne sen mutlusun ne de ben vardığım noktada sefalar tahtındayım. Belki de yaptığımız hatalar, başı dumanlı dağlarda bir yüklü buluta sürükler hüzünlerimizi. Yürek dertleşmesi bu! vicdan aynasından bir baktım endamına ve ben sana yaktığım ağıtların tınısından bir çığ biriktirdim içimde. Sana uçmak istedim kanatlarım kırılırcasına, bir kuşun minik kalbindeki hayallerini aşk derelerinin yataklarını takip ederek sürükledim avuçlarına..

Kırdım seni kırdım hem de gözlerimdeki yaşlar kurumadan, kurduğum hayallerimin denizi dinmeden.. Ah olmasaydı ah! Ne olurdu böyle sonlara gebe olmasaydı vuslatlar! Hani senin tatlı dilinden damlayan sözlerin, aşkımla ördüğüm duvarda ebelemiştin beni, koşup ardından tüm oyunun kurallarını unutup tomurcuklar açmıştı kalbimin verimli sevgi bahçelerinde.. Yeminliyim gitmemeye yeminliyim kalbinin müdavimi aşk bekçisi bir neferin olmaya. Hiç hesapta yokken en ince dalından ayrıldı gonca güzeli. Uçtu yüreğimin üstüne en narin yaprağın, gönül ağıma takıldı., sevdanın vakarlılığından elimi uzatıp tutamadım ellerini, gitme diyemedim, yakardı yine dilinde harlanmış aşk söylemlerin.

Kırdım seni! kanatlarını gererken ayaklarım altına şefkatinle, zeminden kesilmiş mutlu mesut uçuyorken kafamın içindeki tüm efkarım, göklere ermişken başım ben sadece seni kırdım…
Yüreğimi hala sen taşıyorken harap ettim bedenini, karla kaplı bir ayazda yalnız bıraktım üşüyorken sevdamızı.. hala bir umut artık beni istikbalde bekleyen yarınlarım, tahammül sınırlarında kasılmışken hicran yarası ben vuslatın yolunu gözlüyorum seni çok özlüyorum.. Seni bırakmak haddi aşmaktır, aşkımızı yalnızlığa itemem, beni de sensizliğin hamasi avuçlarında kelepçeleyemem.

Bir temmuz sıcağında masmavi baktı gökler ve gözlerimde yankılandı güneş gibi gönlünün sıcaklığı. Sen artık sen değilsin ben de artık bende değilim. Geçtim kendimin sarp düşünce ufuklarında, bir tek seni seçtim aşk tahtının müdavim saltanatına. Her yeni doğan gün üzerime daha büyük bir tutkuyla sağanak sağanak sevgini yağdırmakta, gönlüm doğum gününe methiyeler sıralamakta. hissettirdin özündeki cevheri, asaletinle palazlandı sevdamız, asırlık çınarların boyunu geçti sevgi bahçesine ektiğimiz fidanlar. Tüm güzellikle ilgili kavramların içini doldurdun, her duygu şahlandı her anın peşisıra, içten içe kabardı içimdeki okyanuslar. Kalbinde büyüttün sevginle emzirdin özlemlerimizi ve biliyorum sen de unutmadın aşka dair verilmiş tüm sözlerimizi. Mavi menekşem ,mavi denizim, mavi rüyam ne ben sensiz ne de bu yürek sevdana sessiz kalacak.