3 Mart 2009

ruhum üşüyor

Gönül kafesinde çırpınır bir ürkek kuş. Bir miniğin cebinden düşen kuruş kadar kıymetsiz mi bu berzah arifesi arenada yaşananlar. Yaratandan tevdi edildi kelamlar Levh-i Mahfuz’dan damlayan satırlarla. Hayat gailesi, masiva failleri, bilmem ne bahanesi uydurdun ey nas! Sana has değil miydi bu riyalar, yalanlar, melekten arta kalanlar. Felekten arakladın, yalandan; mutlu etiketli elekte süzdün gözünden düşen damlaları. Aslında ne sen unuttun gamları, hüzünleri ne de gökyüzü fanusunun diğer müşahhas tüm fertleri.. Uslanmadı bu gönül buzlanmış kaygan zeminlerde. Yezit kadar kör, kufe kadar küflenmişti bu gönül, ey nankör ömrüm yetmedin mezarlarda ibret dolu yazıtlara düşen ibareleri anlamama. Söz verdik hep bir ağızdan, söz çıkmadan kirlettik fıtrata gizlenmiş masumiyet tohumlarını. Her bebek, doğumuyla haykırdı bağırdı göbek bağından kopana dek, ölümüyle ağlattı sağır bir mezar; bedeni kapana dek.

Her pişmanlığı kıyam, her inişi yeniden diriliş belledik. İlk rampada belimiz büküldü dilimiz lal oldu kirlendik.Ne bir istikrar vardı yalpalamış ruhumuzda ne de ihlaslıydı yolumuz, yaşanan her yaldızlı gün palazlanmış bir ömrün iflasıydı. Beldeler zulüm dolu beldeler kan kokulu, her bedeni sarmış korkuluklardan kırık kalpler dökülmekte! İhya olmadık rüya bitmeden, vahye uymadık hayat gitmeden.

Belki bir ağacın gölgesinde anımsarız arş-ı alayı, bir nizamda görürüz en seçici teraziyi. Vicdanlar çıldırmış olmalı, günahlar kurutmuş olmalı kalplerde gizlenen cevheri. Yok yok bu insan olamaz yokluğun pençesinde hiçmişçesine koşuşturan. Ahsen-i Takvim ile taltif olmuş şerefyap iken kainatın gölgesinde ruhunu kokuşturan sen misin! Taif’ten atılan taşlar acıtmıyor mu yürekleri artık, rahmete uzanan ellerden damlayan kanlar gibi kızarmıyor mu yüzlerimiz!

Kocaman yalanlardan mürekkep bireymişin meğer, dilinde harladığın her palavra demeti hasmın bellediğin canların yüreklerine değmekte. Sen hala rüyaları gerçek bilmektesin. Depreşen duyguların külleri savurlur ve kör ebe gibi toplaşır pazılın duvarlarında. Sancılı tablolar asılır zihinlere. Kuru haplar fayda vermez. Bedenin uyuşur ruhun yine üşür içinde. Rotasız gemiler gibi sirenler çalıyoruz gün batımlarına bir ışık bulma umuduyla yine yıkılıyor bedenlerimiz gaflet girdabındaki uykulara. Yanı başımızda uçurumlar çekiyor bizi yanı başımızda çaresizlik kök salmış ağlatıyor elemle. Bir teselli bir tılsım arıyor yere eğilmiş başlar, çorak bir toprağın altına inmeden daha hayata soyunmuş ruhlar üşüyor.