20 Kasım 2007

çocukluğumu özledim

Küçüktüm bilmezdim yalanı ve riyayı. Hep biliriz ya masum hikayeyi. Ben de küçük ellerimle ilk oyuncaklarımı kavrarken daha gözümün ucuyla arardım annemi, babamı.. Daha sonra ne mi olurdu! Hissederdim derin bir güven ve mutlulukla nemlenirdi gözlerim. Mahalle savaşlarında büyüdüm ben, çamur yollardan yürüdüm dizlerime kadar boyandım toprağa. Kuru yaprakların düştüğü zamanlarda kaleye mum dikerek oyun kurardım en sevdiğim minik dostlarımla. Çürük elma kim olacak derken, akşamın karanlığına sobelenirdi mutlu demlerim.

Telli arabalarım da oldu, topaçlarım da döndü hayallerle büyülenmiş zihnimin girdaplarında. Belli belirsiz anımsarım üç yaşında taşındığımız evi. henüz ışıkları yanmıyorken odamın, içimdeki heyecanla güneşin doğuşunu gördüm. İlk komşumuzu anımsarım nasıl gülümsemişti o sıcak yüreğiyle, çocukları vardı bizim evcilik oyunlarımızın minik hanımları. Onlarda büyüdü bizimle, onların hayalleri de semaya uzattı dallarını, yapraklarını.

Okula giderken sabahların kör gözlü karanlığında köpek sesleriyle irkilirdik, duyardık sağlı sollu bahçelerden yükselen ilk horoz seslerini. Bir dere vardı üstündeki ince tahtadan akrobatlar gibi geçerdik, bazen de düşerdik suya kahkahalarla gülen arkadaşlarımız arasında. Gözlerimizi ovalarken sokak özlemleriyle son ders zili çalardı. Büyük harçlıklar görmedik biz, elimize tutuşturulmuş liralarla horoz şekeri ile leblebi tozu arasında yazı tura atardık.

Hiç unutmam oyuncak bulmuştuk yerde, Gülzade teyzenin büyük oğlu Süleyman’la. Aramızda paylaşamayınca karar vermiştik üç beş ağaçtan oluşan orman denilen koruluğa gömmeye. Çocuk aklımızla nerden bilirdik uyanıklığı, Süleyman erken davrandı boş buldum oyuncağı gömdüğüm eşiği. Süleyman’ın lakabı sülük olarak kaldı hatıra. Hala anımsarım kanatları açılan o uçağı ve o ormanda sahiplenip isim taktığımız ağaçları. Çam kozalakları toplardık ağaçlarımızdan, paylaşırdık bedenlerimizden büyük çuvalları. Eriklere dalardık, dut toplardık bize konulmuş hudutları aşardık.

Zafer tepemiz vardı bizim, böğürtlenle süslenmiş gelinlik gibi dikenlerin arasında tırmandığımız tepemiz. Amaçsızca tırmanıp mutlu olduğumuz en yüce zirvemiz bizim.. Kestirmelerimiz vardı uyanıkça sızdığımız ara bahçelerden sıvıştığımız kestirmelerimiz. Öfkelerimiz vardı, kızıp taş da attım, başımda kanadı. çocukluğumuzdan kalan kırıkları ellerimle tutarken ağlarım ben geçmişin en güzel günlerine olan özlemimle. Mahalle parası toplardık arkadaşlarımızla bir ufak şişe kola bir piknik bisküviyle şenlenirde soframız, genzimiz yana yana içerdik gazlı gazozları. Ben hala o hazzı bulamam en mükellef masalarda. Ömer vardı küçük ömer. Sahi ben büyüktüm ondan bir yaş, takmıştık arkadaşlarla küçük sıfatını. kardeşi eyüp’ü dışlardık niye ki ufaktı bizden. Bisikletlerimize binerdik sokak sokak dolaşırdık fethederdik tüm arka mahalleri.

Ne bayramlarda en büyük harçlığı veren Yusuf amcayı, ne çocukluğumuza rağmen bizimle karşılıklı sohbet eden Arap Mahmut’u, ne de açık bisküvi aldığımız çikolatasına doyamadığımız Bakkal amca Muzaffer’i unutabildik. Sütçü lokman amcanın kamburunda taşıdığı, sopanın ucunda süt güğümleriyle dolaştığı, sesiyle yankılandığı bizim mahallemizi hiç unutamadım.

Kırlarda yürüdük biz, gelincikler topladık rüzgarların yapraklarını savurmasına rağmen, dört yapraklı yoncaları aradık yerlerde, kır çiçeklerinden demetler yaptık annelerimize. Masumdu zamanımız en az çocukluğumuz kadar. Mutluyduk biz doğal olduğunu bildiğimiz her yerde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder