İnsan olan kime sorsan aşk hakkında mutlaka yorum yapar. Sanırsınız ki toplumun yüzde yüze yakını birçok kez aşık olmuş bunlardan deneyimler elde etmiş ve bir aşk profesörü gibi ışık tutmaya çalışır aşk kazazedelerine.
Bu öyle ki bazen bir filozofun dilinde yer edinir. Alman filazof Schoppenhauer’in dediği gibi "her zaman fizik güzellik ön plandadır, ruh güzelliği deyip bana yalan atmayın." Şeklinde yorumlanır. Düşünce dünyasını meşgul eder.
Bazen de bilimsel araştırmalar yapılır bir gurup denek üzerinde. Aşk acısının tahribatının insan üzerindeki etkileri incelenir.
Çoğu zaman edebiyatın birincil unsuru olur, ana tema hep aşktır. Müzik dinlerken hep bir kadınla bir erkeğin aşkına şahit olursunuz. Şiirler de besteler de bir aşk acısının arkasında dökülür mısralara.
Ayrılıklar, kavuşmalar, acılar hep aşkın eseri olarak karşımıza çıkar.
Falcılar da boş durmaz hani! Bakla falına bakarlar “Allah seni sevdiğine bağışlasın” derler, kahve falı açarlar “sana bir kısmet görünüyor” palavrasıyla, burçlara bakarsın bugün aşk grafiğinizde artış gözlemleniyor diye size teselli vermeye başlarlar.
Öyle ki büyücü şarlatanlar bile kocasını karısına bağlamak için kazana atmadığı yaratık bırakmaz.
Sanatı da tesiri altına almıştır aşk. Picasso sevdiği kadınları betimler, bir dönem aşık olduğu yada yolları kesiştiği güzelleri fırçasıyla döker tablolarına. Picasso'nun aşk ve kadınlarla olan ilişkisi sinema perdesine de yansır. Surviving Picasso adlı filmde Picasso rolünü Anthony Hopkins oynamış, sanatçısının aşklarını yansıtmıştır sanat dünyasına.
Rodin aşık olduğu kadınları cinsel temalarla o kadar çok betimler ki sapıklık ile suçlanır çoğu zaman. Halbuki kendisi gelmiş geçmiş en büyük heykeltıraş olarak gösterilmektedir. 1889'da Rodin'in eserlerinden oluşan bir sergi açılışında Charles Morice onun aşk ve kadınlara bakışını şöyle anlatır:
"Tek kadın, mutlak kadın. Ama yine de sözcüğün iki anlamıyla da kadın. Bir kraliçe ve aynı zamanda bir sevgili. Sanatçı ona duygu dolu zevkle baş eğer ve saygıyla ona sahip olur. Yalnızca ondan emir ve akıl alır, ama aynı zamanda sırlarını vermesini de ister. Ve eğer sanatçı düşündüğü saatlerde çok mutlu bir mistisizmle ona taparsa, çalıştığı, eylemde olduğu saatlerde ona saldırır, onu çözerse, zafere ulaşmış aşkın sarhoşluğunda ona sarılır. Havarilerinin keşfetmesi için kadının ardında bıraktığı tüm gizleri sanatçıyı yenmek üzere kötüye kullanır. Sanatçının okşaması bile zafer kazanmış birinin okşamasıdır."
Halit Ziya Uşaklıgil’in aşkı memnu adlı eseri bugün bile roman tekniği açısından çözümlenememiş ve Türk edebiyat tarihine batılı anlamda yazılmış ilk edebi roman olarak kabul edilmektedir. Belki de aşk, palavra olduğundan bir türlü anlaşılmak istenmemiştir edebiyat çevreleri tarafından.
Acaba aşk insanlığın müşterek palavrası mıdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder