yaşam içerisindeki her şey denge içerisine oturtulmuş ne bir adım inanca yakın ne de bir adım tesadüflere.. ortada kalan insanoğlu varolduğundan beri bunu düşünmüştür. işe başlangıcın ve evrenin ana unsurları tespit etmekle girişmiş. Thales evrenin ana maddesi su, Anaximandros ise Aperon (sınırsızlık sonsuzluk), Anaximenes ise ilk neden sıcak nefes (Arkhepsuke) demiştir. bununla da kalmamış kimisi fizik kurallarına dayandırmak istercesine ilk neden sayılardır (Pythagoras) demiştir. bazen ilk neden gördüğümüz ana maddeleri sıralayarak ateş, hava, su, toprak (Empedokles) demiştir. ardından anaxagoras gibi filozoflar da sperm atarlar yada tohumları varlığın başlangıcı olarak görmüştür. ta ki Demokritos'un atomları keşfetmesine kadar bütün bu savlar, tabiat felsefesinin temelini atmıştır.
sonrasında yaratılışı keşfeden varlığın nedenlerini arayan insanı, ölüm korkusu sarmıştır. ölüm biz hayatta varken gelmediğine, geldiğinde de biz hayatta olmayacağımıza göre korkmaya gerek yoktur (Epikür) gibi vicdanını rahatlatmaya çalışanlar olmuş ve bu evrensel kabul görmüş kaçamak cevaplardan biri olmuştur. bazıları da hayatı biraz daha irdelemiş elinde olan ve olmayanları niteleyip ona göre davranmalı diyerek hayata anlam katmaya çalışmıştır (Epiktetos). batıda ilk kez bir ilahi dinin habercisi niteliğinde olan Sokrat ise nefsini bilen rabbini bilir diyerek bütün bu gelişimlere çok farklı bir açıdan bakmıştır.
hayatın merkezinde insan vardır ister istemez onun çıkarımları ortak duygulara hitap edince genel kabul görüyor. insan her şeyin ölçüsüdür (Protogoras). bütün çözümler insanın zihninde şekillenecektir. din bilgisi mutlak bir bilgi olduğu için tartışılması imkansızdır. iman edersin ondan sonrası iman ettiğin yada kalbinle tasdik ettiğin dinin ritüellerini uygulamaktır. felsefede ise insanlar sonuca ulaşma gayesi olmadan yorum getirir anlamaya çalışır. onun için felsefi gelişimleri insanın düşünce ve amaca ulaşma tefekkürünü anlamak açısından faydalı buluyorum.
hepimizin bildiği gibi ilk medeniyetler Sümerler kainatın ilk oluşumu su demişler ve suyu kutsal kılmışlardır. belki de yaşamsal öneminden dolayı suyu gözlerinde büyütmüşlerdir. Mısırlılar inanışı firavunların gölgesinde şekillendirmiş ruhu geçişler silsilesine dayandırmışlardır. hayata tenasüh penceresinden bakmışlardır. Hintliler varlıkların toprak, su, hava, ateş nedenine dayandırmış. Brahmanizm'de insanlar zamanla kendisini eğiterek tenasühün dışına alıp nirvanaya erip kurtulur denmiştir. iranlılar iyi kötü kavgası vardır ve bir gün iyilik galip gelecektir der. inancının merkezinde herşeye hayat veren (ahura mazda) vardır derler. çinliler ise dünyayı akla dayandırırlar (Tao) ama bu akılla da bereket sağlamak için insanları kurban etmekten de geri durmazlardı. bu inancın temeli de aslına bakarsanız Konfüçyus’a dayanır.
Sokrat erdemlilikte, Platon ideallerde, Aristo mantıkla hayatı yorumlayıp anlamlandırmaya çalışmış ve bu Helenistik dönemde bu düşünceler bambaşka bir kulvara girmeye başlamıştır. Roma felsefesinde Epikürcülük doğruyu duyumlara dayandırmıştır. varlığı algılananlar vardır demişlerdir. ölüm gelince de boşluk ve atomlardan oluşan insanın beden kabından ruh evrene saçılır demiştir. ruhun sükunetini korkulardan arındırmakta aramışlardır.
Stoacılar doğayla uyumlu olmayı inançlarının esasına dayandırmış, ispat etmek yerine sarsılmaz kanaatler yerleştirmeyi benimsemişlerdir. daha sonra Epiktetos bu düşünceyi daha da sertleştirecektir. Seneca ise ölümü gerçek hayatın başlangıcı olarak ele alır. genel olarak roma felsefesinde eleştiriye kapanma, otoriteye bağlanma, dine ritüellere sarılma, varolan görüşleri koruma eğilimi vardır.
tüm bu düşüncelerin temeli maddecilik (materyalizm) ve ilahi (vahiy) ayrımına ulaşmıştır. nedensellik zincirini yaratılışın dışında arayanlar veya bunu ilk neden Tanrı'ya dayandıranlar olmuştur. şimdi şu tercihler var ki ya inancı askıya alacaksın yaşamı dünyadan ibaret tutacaksın, hayatı birtakım kriterlere (haz, erdemlilik, faydacılık vs.) ile anlamlandıracaksın ve ölümle birlikte bu defter kapanacak. ya da tüm düzenin veya varlık kurgusunu tesadüflerden sıyırıp ilahi nedene yani Yaratıcıya dayandırıp onun terbiye kurallarını kabul edeceksin. tabi bundan sonraki kısımda da Yaratıcı yaratır ama insanlara karışmaz demek mükemmelliğin nişanesine aykırı olur. yani aradan sıyrılıp iki durumu kurtarmak ve inancın gölgesinde materyalizm gibi bir düşünce oluyor ki hiç de elle tutulacak yanı yok bunun. inancı olan insanlarda niteliğini bilmediği iyi ve kötü sonuç var. Şunu anti parantez olarak söyleyeyim zaten inananlar, cennet yada cehennem için değil, Yaratıcının rızası cennette olduğu için cenneti ister, hoşnutsuzluğu cehennem olduğu için orda olmak istemezler. yani kör bir pazarlık gibi cennet için çalışma eylemi değildir. böyle düşünmek inançlı insanları zedeler. Sonuç olarak tercih ve tercihlerin yükümlülüğü insanın vicdanına kalıyor. İnanmak her zaman bir artı olarak, evrenle uyumlu bir yol olarak, ruhu sükuna erdiren davranış biçimi olarak önümüzde durmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder