Zeka, insanın düşünme, algılama, tahlil ve sonuç çıkarma yeteneklerinin bütününe denir. Karışlaştığımız durumlarla ilgili yada anlık gelişen vakalara uyum sağlama sürecini sağladığı gibi öğrenmenin, analizin, duyu organlarının dayandığı yer de zekadır. Neden-sonuç, gruplandırma, hatırlama, ilişkilendirme zeka sayesinde gerçekleşir. Zeka aktivitelerinin gerçekleştiği yer beyin içerisindeki sinir hücreleri, yani nöronlardır. Hücrelerin bilgi akışı sinapslar ile gerçekleşir. Sinapslar sinir hücrelerinin arasında en yakın oldukları yerlerdeki birbirine değmediği küçük birimlerdir.
Beyin sinir hücrelerinden oluştuğuna göre kendi kendini irdeleyen, inceleyen, analiz eden hücre bağlantılarının dışında, farklı bir bilinç olduğu yadsınamaz bir realitedir. Bu noktada materyalist düşünce çıkmaza girmektedir. Buradaki bahsettiğimiz şuur ruhun ta kendisidir. Söz konusu bu algıları her insanın ruhu için farklı farklıdır.
Zeka ile akıl çoğu zaman birbirine karıştırılır. Zeka, sebep ile sonuç arasındaki ilişkileri keşfetmek, benzer yönlerini ve farklı durumlarını idrak eder. Akıllı biri, zekanın tüm getirilerini kullanabilmekle beraber zekilerden daha öte kavrayış ve yeteneğe de sahiptir. akıl, başarı sağlayan yetenek, doğruyu yanlıştan ayırtabilen bir araç, yaşam safhalarını düzenleyen doğru düşünce merkezi, isabetli kararları alabilmeyi sağlayan birim, detayları görebilen iç gözdür. Bu kavramları açıkladıktan sonra madde ve ruh ilişkisine geçelim.
20. yüzyılın başında atomun devasa boşluğu olduğu çekirdek etrafında ise dönen elektronlar olduğu biliniyordu. 1960'larda Protonun içerisinde kuark diye tanımlanan parçacıklar olduğu keşfedilmiştir. kuarklar, protonun artı yükünün ve nötronun yüksüzlüğünü temin eden unsurlardır. Sonuç olarak anlaşıldı ki, atomun 0.0000001'ini oluşturan hacmin içinde ayrı bir dünya daha var. kuantum fiziği keşfedilince işin rengi daha da belirginleşti. maddenin özünde, maddesel olmayan farklı bir şeyler vardı. Einstein, Phillip Lenard ve Compton ışığın tanecik yapısını üzerine araştırmalar yapmaya başlamış, Louis De Broglie de dalga yapısı üzerinde durmuştur. Broglie'nin keşfi ile atom altı parçacıkların da dalga özellikleri gösterdiklerini ortaya çıkmıştır. Elektron, proton gibi parçacıklara da dalga boyu eşlik etmekteydi. Mutlak madde olarak bilinen atomda, madde değil, enerji dalgaları vardı. Atomun içindeki parçalar, ışık misali zaman zaman dalga gibi, bazen de parçacık özelliği gösteriyorlardı. Yani kimi zaman görülebilir oluyor, kimi zaman da hiç görünmüyordu. Buradan çıkan sonuç var olan maddenin gölgeden farklı olmadığıydı. Bunu ancak metafizik açıklayabilir. Aslında Kuantum mekanikçilerinin ispat ettikleri, nesnel dünyanın yoğunlaştırılmış bir dalgadan ibaret olduğuydu. Kuantum mekanikçilerine göre yanılmanın temel nedeni algılarımızın dünyasında, gerçekliği oldukça ikna edici olan detayların varlığının söz konusu olmasıydı. Dış dünya bize ulaşamamakta ve bizler dışımızdaki dünyanın aslını görememekteyiz. Burada bize iki yol görünüyor. Bunlardan birisi fiziksel gerçekleri mi esas alacağız yoksa bizlere doğru ve net görünenlerin mi doğru kabul edeceğiz! Thomas J. McFarlane der ki: “Bizim deneyimlerimizin bir sınırı olduğu için, belki de nesnel dünya fikrimiz gerçekten de bir illüzyondur. Tıpkı düz dünya fikrinin bir illüzyon olması gibi” yani insan dünyaya nispetle küçük olduğu için onun yuvarlak olduğunu o dönemde algılayamadı. Çünkü insanın sınırları da kısıtlıdır. Albert Einstein der ki: “Hayatınızı yaşamanızın yalnızca iki yolu vardır: Birincisi sanki hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak. Diğeri ise, sanki her şey mucizeymiş gibi yaşamak. Ben ikincisine inanıyorum” sonuç olarak asıl olan ruhun varlığıdır onun dışında görünenler birar dalga yumağından ibarettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder