14 Şubat 2007

kölelik

Kölelik sistemi belki de insanların en ilkel tutumlarından. Bir insanın özgürlüğünün kendi insan familyasından başka bir insanın elinde olması kadar aşağılayıcı bir tutum olamaz. Yada sırf renginden, nesebinden, ekonomik yetersizliğinden dolayı sömürülmesi, eşya gibi kullanılması, horlanması, varlığından gelen o müstesna şerefliliğin yok sayılması kadar acı bir şey yoktur sanıyorum! İnsanoğlu köleliğin kalkmasını, tarihin gerilerinde, karanlık çağlarda olabilir diye düşünse de eski tarihlerden yakın yüzyıllara kadar kölelik dünyada işleyen bir sistem olarak varlığını korumuştur.
Romalılarda kölelerin sayısı hür insanların üç katı kadardı. Onların iş gücünden yararlandıkları gibi işkence ve ölüm korkusuyla yaşatmaktan da geri kalmamışlardır. Sezar 1milyon köleyi, Paulus Aemilus 150bin köleyi, Marius ise 140bin köleyi sadece bir savaşta ele geçirip satmıştır vakti zamanında. Asurlar savaş kölelerinin derisini yüzer şehir kapılarına asarlardı. Meşhur Hammurabi kanunlarında insanlar; avilim sınıfı (asil ve hür olanlar),
meskenum sınıfı (yoksul ve yari efendi olanlar) ve werdum sınıfı (köleler) olarak üç statüye ayrılmıştır. Farslılar ise esirlerden siyahileri öldürüp diğer insanları köleleştirirlerdi. Eskiden savaşlar yapılır esirler ele geçirilir ve bu insanların ya toplu öldürülmesi söz konusu ya ağır işlerde kullanılması yada köleleştirilerek ülkenin diğer insanlarına satılması söz konusu olurdu. Zamanın ve şartların olgunlaşması asırlar almıştır. Bilinen bir geçek ise köleliğin bir anda kaldırılmasının çok zor olduğudur. Örneklerde gelecek ama bir açıklama olarak şunu söyleyelim ki Habeşistan Kralı 1932’lerde dahi sert önlemler alarak ancak 20 yılda kaldırma planı yapabilmiştir. Eski dönemler de ise köleliğin kaldırılması çok daha zordur.
Fransa’da 1794, Amerika 1862, İngiltere 1883’de köleliği yasal olarak kaldırmıştır. Maalesef kölelik toplumların içerisine o kadar çok işlemiş, o kadar olağan bir tutum olarak varlığını sürdürmektedir ki kalkması da belirli süreçler almış ve epeyce zorlamıştır insanlığı. 1936’larda dahi Habeşistan’da köleliğin devam ettiği biliniyor. Hong Kong’da çocuk sayıları fazla olan fakir aileler, Mui-Tsai diye bilinen yerleşmiş bir gelenekle zengin ailelere satması normal görülüyor. Uzak doğudaki durum Hong Kong’tan çok farklı değil. Zira Çin ancak 1923 tarihinde çocukların para karşılığı satılmasını yasaklamak amacıyla 10 yaş sınırı getirmiştir. Japonya gibi gelişmiş ve müreffeh görülen bir ülkede geyşa isimle köle ve kadınları satan müessese el altından varlığını devam ettirmektedir. Güney Amerika’da borçlarını ödemeyenler borçlarını ödeyinceye kadar alacaklılara kölelik yapıyor. Şimdi dünyanın haline bakıyoruz da önceleri bireysel kölelik sistemleri yaygın bir şekilde sürüp gidiyormuş şimdiler de ise kitlesel kölelikler almış başını gidiyor. Bazı toplumlar müreffeh yaşamlarını sürdürürken bazıları ise sefalet içerisinde yaşayıp gidiyor. Dünyanın en fakir ülkelerinin %90’ı Afrika’da bulunuyor. Birçoğu açlık sınırında. Elmas ve altın rezervlerinin birçoğunu barındıran Güney Afrika sömürgeci zihniyetler adına elmaslarını kendi elleriyle çıkarıp kendi elleriyle teslim ediyorlar İngilizler’e. Ortadoğu’da petrol yataklarının üstünde oturan Müslüman ülkeler kendi ülkelerinde işgale uğruyorlar ülkelerinde öldürülüp 3. sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar. Açlık ve sefalet almış başını gidiyor. Biraz daha iyi durumda olan ülkeler sadece zengin ülkeleri daha da zengin etmek amacıyla açık Pazar durumundalar. Bilgiyi, teknolojiyi, enformasyonu keşfeden ilerleten ülkeler; bunu bir tekel haline getiriyorlar. Üretmek yerine kabız biz şekilde tüketen ülkelerin altyapısını oluşturup ürettiklerini pazarlıyorlar.

1947 yılında dönemin ABD başkanı Truman Türkiye’ye Marshall yardımları yaptığını birçoğumuz biliriz. Truman ise CIA’yın kurucusudur. ABD’nin varlığını güçlü kılmak için dünyada darbelerin altyapısını oluşturan, faili meçhul cinayetleri yaygınlaştıran kişidir. 1946’da Dışişleri Bakanı Hasan Saka ve ABD’li Büyükelçi Edwin Wilson arasında Truman Doktrini anlaşması imzalandı. 1948’de Marshall yardımı bunu takip etti. Sözde komünizme karşı önlem niteliğindeki yakınlaşma çabalarından öte bir şey değildi bu yardımlar. Ayrıca o zamanlardan ekonomik olarak kendilerine göbekten bağlamayı hedef almış ülkeyi tüketen bir toplum haline getirmeyi planlamışlardı. Ülkemizdeki MİT teşkilatının kökeni ve başlangıcı olan MAH bildiğimiz üzere Amerikan yardımı ile kurulmuş hatta maaşlarının bir kısmı Amerika tarafından karşılanmıştır. Bizim en mahrem bilgilerimiz onlara peyderpey iletilmiştir. Şimdilerde ise İMF ile göbek bağımız var ister istemez politikalarımıza onlar yön veriyor, maaşlarımızı onlar belirliyor, geleceğimizi önemli ölüde onlar tayin ediyor. Şimdi derin derin düşünüyorum da acaba ülkemiz şu an kimlerin elinde yada kimler bize gelecek tayin ediyor? Gerçekten özgür bir ülkede miyiz yoksa bir kıskacın içerisinde acı sona doğru mu yaklaşıyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder