19 Kasım 2006

Sevgiye Tahammülsüzlük

İnsanların bir arada olamamalarına ya da birbirlerine tahammül edememelerine şaşıyorum. Hayatı nasıl bu kadar karmaşık hale getirebiliyoruz diye düşünürüm. Paylaşamadığımız nedir kısacık ömürde. Halbuki daha akılcı düşünmek gerekir halleri. Ne ile halleniyoruz ya da niçin çabucak öfke seline kapılıyoruz. Bazen öyle oluyor ki çok istiyoruz konuşmayı ama öfke girdabında debelenip duruyoruz. Hayat insana her zaman aynı şansları tanır mı dersiniz?Hayat ne kadar naz kaldırır? Hayat dediğiniz nedir ki ne kadarlık bir zaman ya da sonsuza nispetle ne kadarlık bir kesit. Sonsuz bir yaşama nispetle bir hiç olan yerde sonsuzluk için mücadele vermek daha makul değil mi? Hayatındaki kişileri, durumları, olguları buna göre yönlendirmek bu yolda görmek yada bu yolun ateşleyici unsuru haline getirmek bir insan için yakışı olan hareket değil mi? İkili ilişkilerde bile insanlar sevgileri, dostlukları, aşkları iyice laçkalaştırmış, birçok insanda bu hastalığa özenip hastalık hastası olmuş. Hiçbir sorun yokken anlaşamayan çiftler, sorun üreten, olmadık yerde celallenen, havadan nem kapan, dinamik ve sürekli yüksek tansiyonla yaşayanlara ne oluyor? Sakin olmak, var olanı olduğu gibi kabullenmek, saçma beklentilerden arınıp zihnin meşguliyetini hafifletmek, huzurlu olmak çok mu zengin duruyor üzerimizde. Bir iş yapacaksak Allah için yapmak, birini seveceksek Allah için sevmek, birine kızacaksak Allah için kızmak yerine, kendi nefsimize göre davranmak olur mu? Ya da etrafımızdaki insanların bize kurduğu bizim için seçtiği doğrularla mı yoğrulmalıyız. Tabulardan halkalarla mı donatmalıyız hayatı. Bize biçilen hayatı emanet alıp olduğu gibi gelecek nesillere aktarıp kısacık hayatı heba etmek ne derece doğrudur? Bizi yaratan programlayan bizi bizden daha iyi bilirken, ufacık aklımıza güvenip neden hep kendimizi ulu, kendimizi en güzel olarak görürüz? Bu kibirlilik tarifini nerden mi çıkardım? Çünkü bir insan başka bir insanda sürekli problem görüyorsa bu kendisini üstün ve muhteşem olarak görmesinden kaynaklanır. Eğer birinin eğitimsizliğinden yakınıyorsa kendini çok eğitimli görür, eğer davranış bozukluğundan dem vuruyorsa kendisinin çok olgun davranışlı olduğunu sanır, eğer başkasının güzelliğini yetersiz buluyorsa kendisini ondan daha güzel görür. Başkasının payesine verdiğini kendinde misliyle görür. Ne kadar yanlış ne kadar fani düşünce böyle. Bir avuç toprakla dolacak gözleri bu kadar uzun emellere dikmek yerine ayaklarımızın dibine bakmak daha akılcı değil mi? Ayağımızın altında yerin bir metre altındaki yerimizi tahayyül edebiliyor muyuz? Hayatın çarkları arasında sevdiklerimizin birer birer gittiğine şahit oluruz da bir gün o çarkın içinde kendimizi hiç hayal eder miyiz? Hayat insana her şeyi bir kere sunar. Sevmeyi, aileyi, dostluğu.. Eğer bu nimet geldiğinde almaz isen bil ki her nimetin son kullanma tarihi vardır tıp ki ölümlü insanların son tarihlerinin olduğu gibi. Ailenin kıymetini bilmezsen zaten o aileden eser kalmayacak ki? Gelin kaynana olaylarına şaşıyorum. Neyi paylaşamazlar neyin mücadelesini verirler ki? Birazcık saygıyı hak etmez mi büyükler hiç mi gelin olmadılar sanırsınız hiç mi sizin gibi değillerdi ya da siz hiç mi onlar gibi olmayacaksınız. Bulunduğunuz zamanın bencilliğini yapmak doğru mu bayanlar? Bir küçücük nazik söz, iki latife yapsanız, sevgi dolu yaklaşıp içtenlikle sarılsanız karşınızdakinin faniliğini idrak edip bir ölümlünün son isteklerini yaptığınızı kalben hissetseniz çok mu şey kaybeder ya da çok mu şeyi yitiririz kendimizden?
İlkin zihnimizi boşaltmakla başlayalım.
Tüm önyargıları silelim, etrafımızdaki tüm insanların iyi olduğunu bütün kötü düşüncelerin kaynağının beynimizin ürettiği hayal ürünü olduğunu farz edelim. Sonra mutluluk ve sevgi selini yayıcı bir elçi olduğumuzu ve bu iş için görevlendirilmiş bir halife olduğumuzu varsayalım. Ve göreve en yakınımızdakilerden annemizden, babamızdan, kardeşlerimizden, komşumuzdan, akrabamızdan, dostlarımızdan, yarenlerimizden, düşman sandığımız bizim gibi insan olan insanlardan başlayalım. Hiçbir engel tanımadan, tek kanun koyucunun Allah olduğunu onun en büyük kuralının sevgiye dayandığını idrak ederek insanların uyduruk kurallarını düşünmeden adımlarımızı atmaya başlayalım. Her insanda bir kalp var değil mi? Ne işe yarar o kalp hiç danışmaz mısınız ona? O size bazen şunu yap der de birşeyler engeller onu yapmayı, bir korku bir ürperti sarar bedeni. Halbuki o sevgi merkezidir her daim güzellik öğütler bizlere. Onu perdeleyen onu körelten onu hiçe sayan yine zihnimizde uydurduğumuz hayaller değil mi? Kimi ego, kimi nefis, kimi enaniyet, kimi kibir, kimi şeytan, kimi bilmem ne bela der ona. Birçok ismi vardır bu melanetin. Biliriz bilmesine ama gayret gerekir her seferinde. Hadi bugün gayret için umudun doğduğu günlerden biri. Hadi hala yaşıyorken ya da sevdiklerimiz hala var iken bu mutluluk selini yaymaya başlayalım. Sınırsızca sevelim, özgürce kimseye hesap vermeksizin tek hesabın her şeyin Maliki en büyük hesap görücü Allah’a verildiğini düşünerek sevelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder